KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNDE ‘MUTABAKAT’IN ANLAMI NE?

Kürt sorununda en iyi niyetliler, sorunun Kürt Türk tüm vatandaşların mutabakatıyla çözülebileceğini belirtirler. Bunu bir biçimde aşırı sayıp kabul edilemez bulanlar, Türk halkının ikna olmadığı bir çözüm göz önüne alınmazsa, bu sefer bir Türk sorunu çıkar der; bir nevi, Kürtlerin ikna olma yanını silikleştirerek Türklerinkini öne çıkarırlar.

Tabi ikinci yaklaşım, daha ziyade Kürtlerin devlet pozisyonlu Türk kamuoyunun ortak vicdanının kabullenebileceği çözüme razı olması isteğidir. ‘Mutabakat’ gibi görünen birinci öneri ise önüne arkasına bir takım sıfatlar eklenmeden tek başına alındığında aynı kapıya çıkabilir.

Mutabakat (uzlaşı, konsensüs), bir sorunun, bir anlaşmazlığın tarafların tümünce kabullendiği bir çözüme kavuşturulmasıdır. Kulağa hoş gelen, gönülleri okşayan bir yöntemdir. Ama önü arkası doldurulmamış mutabakatların ortaya çıkardıkları çözümler, genellikle gerçekçi, tatmin edici ve birleştirici olamazlar. Bütün taraflar, gerçekten ikna olmamışlar, konjonktür nedeniyle ‘ikna’ olmaya zorlanmışlar, ama çözümle beraber yeni bir döneme geçildiğinde tatmine ulaşamamışlar, haksızlık duygusu ortadan kalkmamış ve huzur bulunamamıştır.

Huzurlu ve tatminkar durumun devamı için, ya tarafların görüşmeler, tartışmalar ve pazarlıklar aşamasında hak, olanak ve özgür iradeye sahip olma açısından eşit düzeyde olmaları, ya da kıstas alabilecekleri evrensel değer ve paradigmaların (kriterlerin, referansların) olması gerekir.

Tarihin belli bir dönemine kadar, uzlaşmada, güçlü olanın şartlarını kabullenme ve çözüme onun üzerinden varma, evrensel değer olarak kabul edilirdi. Savaşlar, çatışmalar ve anlaşmazlıklar güçlü olanın, üstün gelenin gücü oranında şartlar kabul edilerek biterdi. Kadere imandan dolayı, yenen de, yenilen de sonucun tanrının başından beri çizdiği kader doğrultusunda sonuçlandığına inanırdı. ‘Zafer de hezimet de Allah’tandır’ denirdi.

Ancak günümüzün referens alınacak evrensel değerleri, ırkına, etnik kimliğine, dinine, mezhebine, diline, cinsiyetine bakılmaksızın hak, özgürlük ve olanaklar açısından bütün insanların eşit olduklarını benimser. Mutabakatlarda kıstas olarak artık güçlü olma oranı değil, söz konusu eşitlik prensipleri uygulanmalıdır.

Buna göre, Kürt sorununun çözümünde ‘Türkler ikna edilmelidir’ diyenler, onların bugünkü egemen ulus olma konumunun verdiği güçlü olma durumunu göz ardı ediyorlar. Belki de nasıl olsa Türkler güçlüdür, var olan güçleriyle her zaman kendilerini ayrıcalıklı kılan çözümü dayatabilecekler diye düşünüyorlardır. Bu, soruna yanlış ve haksız bir yaklaşımdır. Kaldı ki, büyük bir yanılgıdır da. Kürtler şiddet yoluyla devletin gücü ve şiddetine karşı verdikleri karşılıklarla Türkiye’yi bölüp parçalama olanağını elde edemiyorlar ama, ülke ondan da korkunç bir ortamın içine düşüyor. Sorunun çözümsüzlük süreci nedeniyle kurtlar bizzat vücudu sarıyor; savaş, iç ve uluslara arası terör, devlet terör ve şiddeti, iç istikrarsızlık, savaş ekonomisinin yarattığı kayıp ve karanlık gelecek nedeniyle kaçırdığı iç ve dış yatırımlar, demokrasi ve hoşgörüden uzaklaşma, dikey ve yatay zihinsel ayrışma ve parçalanmalar, dış müdahale ve benzeri korkunç olgular boy veriyor. İçini dışını hastalıkların kemirdiği bir vücut gibi memleket; bir kez değil, bin kez parçalanmış oluyor. Pozitif enerjiyle ilerlemeye çok müsait bir ülke, negatif enerjiyle gerileme ve çürümeyle yüzleşiyor. Aslında bu kadar hasta bir vücutta, bazı iç ve dış konjonktürel şartlar bölünme ve parçalanmaya da götürebilir.

Diğer yandan barışçı çözümler açısından da büyük engeller var. Kürt sorununun tarafları olarak Kürtler ve Türkler günümüzün görüşmeler, tartışmalar ve pazarlıklar aşamasında, hak, olanak ve özgür iradeye sahip olma bakımından eşit düzeyde olmadıkları gibi, çözüme ulaşmayıncaya kadar da olamayacaklar. Taraflar arasında farklı güç ve olanaklara sahip olanların bulunduğu bir uzlaşma, eğer sürecin başında belirlenmiş bir takım kıstaslar; evrensel değer yargıları ortaya konmazsa, herkesi tatmin edici adil bir çözüm getiremez.

Öyleyse, salt Türklerin, ya da Türklerle Kürtlerin ve diğer tüm tarafların haklılık değil de, zayıflık-güçlülük konumları oranında ikna olacakları bir çözüm, gerçekçi bir çözüm olamaz. Bir referansın ya da kriterler manzumesinin ortaya konması lazım, ki bu da, bütün tarafların evrensel değer yargılarını, hak ve hukuk anlayışını kabul etmeye ikna olmalarıdır. 

Günümüz evrensel değer yargıları açısından baktığımızda, Kürt sorununun çözümü, aslında bir yerde Türklerin bu değer yargılarını benimsemeye ve onlardan kaynaklanan tüm hak, özgürlük ve olanakların Kürtlere ve diğer hak kaybına uğrayanlara verilmelerine ikna olmalarıdır.

Türkler, Kürtlerden ‘ayrılmayın, devleti parçalamayın’ diye bir talepte bulunabilirler ve bu anlaşılırdır. Kürtlerden buna ikna olmaları istenebilir. Fakat bakıldığında, zamanında, Kürtler Osmanlıyla zaten gönüllü birleşmişler ve tarih boyunca neredeyse yüzde doksan dokuzu hiçbir zaman ayrılma talebinde bulunmamıştır. Talepleri, Türklerle, bireysel ve kolektif eşit haklara sahip, özgür vatandaşlar olmaktan öteye geçmemiştir. Eşitlik içinde birlikte yaşamayı kabul etmeyenler Kürtler değil Türklerdir.

Bu açıdan, sorun aslında bir Kürt sorunundan ziyade, Türk sorunudur. Türklerin vatandaş, halk ve devlet olarak Kürtlerle ve diğer etnik, dinsel ve mezhebi topluluklarla ‘eşitlik içinde birlik’e ikna olmasıdır.

(9 YIL ÖNCE (2015)

KÜRT SORUNU İLE İLGİLİ

FACEBOOK’TA YAYINLADIĞIM

ÇÖZÜM ÖNERİM!)

Murad Ciwan

Leave a comment