Germiyan’ın gizli tarihi ya da Germiyanlıların kökenleri hakkındaki tartışmaların yeniden değerlendirilmesi
Romain Thurin
Independent scholar, Edinburgh, UK
İngilizceden çeviren: Murad Ciwan
Abstract
Osmanlıların Anadolu’nun tek hâkimi olmasından on yıllar önce, on dördüncü yüzyılın başlarında, Germiyanlı beyliği, Selçukluların çöküşünden (1307) sonra Batı Anadolu’da ortaya çıkan beylikler arasında baskın bir güç olarak duruyordu. Bununla birlikte, bugüne kadar Germiyanlıların kesin kökenleri ve etno-kültürel geçmişi belirsizliğini korumaktadır. Bu makale önceki tezleri yeniden değerlendiriyor ve sonunda Germiyanlılar haline gelen şeyin embriyosunun Malatya ile Van Gölü arasındaki ovalarda on birinci ve on üçüncü yüzyıllar arasında oluştuğunu ve “Germiyan” isminin Kürt kökenli olduğunu öne sürüyor. Ayrıca, Germiyanlıların Batı Anadolu’ya göç etmesinden önce Doğu Anadolu’da yoğun bir proto-Yezidi misyonerliğinin gerçekleştiğini de öne sürüyor. Bu makale, Selçuklular, Osmanlılar, Moğollar ve Bizans tarihi açısından öneminin ötesinde, beyliklerin ortaya çıkışını yalnızca Türklere özgü bir olgu olarak gören yaygın anlatıyı sorguluyarak Kürtler ve Araplar da dahil olmak üzere Türk olmayan halkların bu beyliklerin oluşumunda oynadığı role ışık tutuyor.
Anahtar Kelimeler: Germiyanoğulları, Anadolu Selçukluları, Yezidilik, Anadolu beylikleri, Bizans İmparatorluğu, Kürt beylikleri.
Giriş
1951’de, Haçlı Seferleri ve Rum Selçukluları üzerine öncü çalışmalarıyla sıklıkla anılan Claude Cahen, Journal Asiatique‘te, 14. yüzyılda Orta ve Batı Anadolu’da Rum Selçukluları’nın yerini alan en önemli üç emirlik olan Denizli, Karaman ve Germiyan beyliklerinin (emirlikler, prenslikler) kökenleri hakkında kapsamlı bir tartışma yayınladı.[1] Makalenin başlığında ima edildiği gibi – Notes pour l’histoire des Turcomans d’Asie Mineure au XIII siècle – ve Cahen’in sonuçlarında, makale bir dizi düşündürücü, ancak yine de ön niteliğinde olan “notlar”, gözlemler ve hipotezlerden oluşuyordu.[2]
Cahen, Notlar‘ını, beyliklerin kökenlerine yönelik yenilenen akademik ilgi dalgası ortasında yazdı. Böyle bir eğilim, 1930’lar boyunca ve sonrasında, aralarında Mehmet Fuat Köprülü ve Paul Wittek’in de bulunduğu bir dizi makale ve tartışmayla körüklendi. O dönemde Selçuklu ve erken Osmanlı çalışmalarının tartışmasız iki ağır topu olan Köprülü ve Wittek, muhalefetlerinin yağunluğu erken Osmanlı devletinin doğası etrafında dönmesine rağmen, beyliklerin tarihini geliştirmek için çok şey yaptılar.[3] 1940’ta doktorasını alan genç Cahen, 1940’larda ve 50’lerde, Köprülü ile Wittek’in ayak izlerini takip ederek, beyliklere ilişkin akademik anlayışı yeni bir düzeye taşımasına yol açan bir yolculuğa çıktı.
Cahen’in Notlar’ında geliştirdiği hipotezlerin çoğu coşkuyla karşılandı ve zaman testinden geçti. Ancak, makalesinin son bölümü, Germiyanlı beyliğinin kökenlerine adanmış altı sayfalık bir analiz (l’origine des Germiyan), çok fazla tartışmaya yol açtı. Batı Anadolu Germiyanlı emirliği sınırları içinde yaşayan insanların etno-kültürel yapısını tartışırken Cahen, Kuzey Afrikalı gezginin Germiyanlıları, ikinci Emevi halifesi (680-683) Yezid-Muaviye’nin torunları olarak tanımladığı İbn Battuta’nın bıraktığı ilgi çekici bir tanıklığa rastladı.[4] İbn Battuta’nın bıraktığı izi takip eden Cahen, Germiyanlıların anavatanını Doğu Anadolu’daki Kürt yerleşim bölgelerine yerleştirmeyi önerdi. Cahen, bu bağlamda, Germiyanlılar’ın saflarında güçlü bir Türkmen savaşçı çekirdeğinin yanı sıra, çağdaş Müslümanlar tarafından Yezid-Muaviye’ye “aşırı” tapınmaları nedeniyle sık sık kınanan bir etno-dini grup olan Yezidi-Kürt aşiret mensuplarının da önemli oranda bulunmuş olabileceği sonucuna varıyor.[5]
Milliyetçi tarih okulunun Anadolu beyliklerini “saf” bir Türk ahlakının özü ve Farslaştırılmış Selçuklu ile Osmanlı hanedanlarının antitezi olarak gördüğü Türkiye’de, Germiyanlıların “karışık” bir Türk-Kürt beyliği olma olasılığı çok soğuk karşılandı. Cahen’in en sert eleştirmenleri arasında Germiyanlılar konusunda önde gelen bir uzman olan Mustafa Çetin Varlık da vardı. Varlık, Cahen’in metodolojisini sert bir şekilde eleştirdi ve hipotezlerini temelsiz varsayımlar oldukları gerekçesiyle reddetti.[6]
Avrupa ve Kuzey Amerika’da, Notlar, Anadolu beyliklerinin çeşitli konfederasyonel rasyonal özelliklerini göz önünde bulundurarak bu tür tezleri ihtiyatlı bir şekilde “akla yatkın” olarak değerlendiren Alman Osmanologu Barbara Flemming’in dikkatini çekti.[7] Bu nadir istisnalar dışında, Cahen’in erken dönem Germiyanlı beyliğinin doğası hakkındaki teorileri çoğu zaman daha fazla dikkate alınmadan kabul edildi. Bu nedenle, bugüne kadar Selçuklular, Osmanlılar ve Bizanslılar hakkındaki çoğu ansiklopedi ve araştırmada Germiyanlılar genellikle karışık bir Türk-Kürt beyliği olarak tanımlanmaktadır.[8]
Notlar‘ın yayınlanmasından yetmiş yıl sonra, ayrıca bu süredeki akademik çalışmanın sağladığı geriye dönük bakış avantajıyla, bu iki yaklaşımın eksikliklerini kolayca kavrayabiliriz. İlk olarak, Cahen başlangıçta sonuçlarını geçici hipotezler olarak çerçevelendirdi. Fransız bilgin, sonra başyapıtı La Turquie pré-Ottomane‘da ilk düşüncelerini yumuşattı ve ihtiyatlı bir şekilde Germiyanlıların muhtemelen) (peut-être) karışık Türk-Kürt kökenli olduğu sonucuna vardı; bu, Avrupa ve Kuzey Amerika araştırmaları ve ansiklopedilerinde bulunan daha az ihtiyatlı yaklaşımdan çok uzaktı.[9] Öte yandan, erken Cumhuriyetçi Türk bilginlerinin temel kaygısı, genç Türk ulusu için Anadolu’nun Türk merkezli bir tarihini yazmaktı; bu, on dokuzuncu yüzyıl Fransız milliyetçilerinin değer verdiği “Roma Ulusal”ına benzer bir çabaydı.[10] Köprülü gibi tarihçilerin ortaçağ Anadolu’sunu anlamamızı geliştirmek için çok şey yaptığı doğru olsa da, Türk bir Roma Ulusalı yazma girişimleri, aralarında Kürtlerin de bulunduğu Anadolu’nun Türk olmayan halklarının tarihi ve Germiyanlıların “saf” Türklerden başka bir şey olma olasılığı için çok az yer bıraktı.[11] Son olarak, daha çağdaş bir bakış açısıyla bu iki yaklaşımın daha fazla bir kusuru daha vardır: Germiyanlılar tarihi üzerine yapılan akademik çalışmalar, Varlık’ın 1974’te Germiyanoğulları Tarihi (Germiyanlılar Tarihi) adlı eserinin yayınlanmasından bu yana biraz eksik kalmıştır.[12] Bugüne kadar, erken Germiyanlılar hakkındaki bilgi ve kavrayışımız, daha fazla araştırma yapmadan Cahen’in hipotezleri lehine veya aleyhine güçlü bir duruş sergilemek için çok sınırlı kalmıştır.
Bu düşünüldüğünde, denebilir ki Germiyanlılar’ın kökenleri hakkındaki tartışmayı yeniden değerlendirmenin zamanı gelmiştir. Öncelikle, yeni nesil akademisyenlerin teşvikiyle, Selçuklu ve Selçuklu sonrası Anadolu’nun siyasi, sosyal ve kültürel tarihine ilişkin kavrayışımız büyük ölçüde arttı.[13] İkincisi, araştırmacıların geç Selçuklular ve erken Germiyanlılar hakkındaki temel kaynaklara, örneğin İbn Bibi’nin 2011’de ilk kez Jaleh Mottahedin tarafından yayınlanan El-Awamir el-ʿAla’iyye, fi el-Umur el-ʿAla’iyye olarak bilinen Selçukluların tam tarihine erişmek artık daha kolay.[14] Daha önce, birkaç uzman dışında, çoğu tarihçi, orijinal metnin yararlı, daha okunabilir ancak zaman zaman aceleyle özetlenmiş bir versiyonu olan Mukhtaṣar‘a güvenmişti.[15] Germiyanlıların erken tarihiyle ilgili olarak, İbn Bibi’nin El-Awamir’i, Mukhtaṣar’da bulunmayan, analiz edilmeye değer önemli parçaları da içerir. Aynı şekilde, Ludvik Kalus ve Steven Album gibi epigrafistlerin ve nümizmatistlerin çalışmaları Germiyanlılar tarafından dikilen kitabelere ve basılan sikkelere erişimi her zamankinden daha kolay hale getirmiştir.[16]
Bu nedenle, bu giriş paragraflarında önerildiği gibi, bu makale Cahen’in Germiyanlıların kökenleri hakkındaki 1951 tezlerini, geniş İslami, Bizans, Ermeni ve Süryani kaynaklarından yararlanarak yeniden değerlendirmek için en son akademik ve editoryal gelişmeleri kullanmayı amaçlamaktadır. Daha özgün olarak, bu makale Cahen tarafından yapılan ve çok tartışılan üç temel iddiaya odaklanacaktır. İlk olarak, Cahen “Germiyan” adının bir bölgeye ait olduğunu, daha sonra bir gruba verildiğini ve diğer beyliklerde olduğu gibi adı bilinmeyen bir kurucuya ait olmadığını savundu. “Germiyan”ın etimolojisine gelince, Cahen geçici olarak Germiyan ile “sıcak” kelimesinin İran kökenli “garm/germ” arasında olası bir bağlantı olduğunu öne sürdü, ancak düşüncesini daha öteye ilerletmedi. Makalenin ilk amacı “Germiyan” kelimesi için daha kesin bir etimoloji ve anlam aralığı bulmaktır. İkinci olarak, Cahen, hanedanın anavatanı olan “Germiyan”ın Malatya’nın kuzeydoğusundaki Yüksek Mezopotamya’da bir bölge olduğunu ileri sürdü. Bu bağlamda, Notlar oldukça belirsizdir ve Germiyan’ı 12.-13. yüzyıl Anadolu haritasına net bir şekilde yerleştirmez. Bu nedenle, makale 12. ve 13. yüzyıllarda “Germiyan” olarak bilinen Mezopotamya bölgesinin sınırlarını daha yüksek bir kesinlikle belirlemeyi amaçlamaktadır. Üçüncü olarak, makale Cahen’in en (kötü) şöhretli teorisini yeniden değerlendirmeyi ve şunların makul olup olmadığını bulmayı amaçlamaktadır: 1) Germiyanlıların Kürt aşiret mensuplarını kendi saflarında saymaları; 2) Germiyanlı ordularında proto-Yezidi/Adevi savaşçılarının varlığı.
“Germiyan”ın, sıklıkla öne sürüldüğü gibi Ermeni, Yunan, Fars veya Türk kökenli bir isim olmadığı, belki de Doğu Anadolu’daki Kürt yayılmacılığı sırasında türetilmiş bir Kürt ismi olduğu ileri sürülecektir. Daha sonra, “Germiyan”ın, “Germiyan” olarak bilinen bir bölgeden gelen bir örgütün veya bir konfederasyonun adı olduğuna dayanak olacak. Benzer şekilde, makale, Germiyanlıların çağdaş kaynaklarda ilk ortaya çıkışlarından çok önce, Germiyan’ın Malatya’ya bitişik muğlak bir şekilde tanımlanmış bir yer olmadığını, bunun yerine Malatya ile Van Gölü arasında kalan ve Fırat Nehri’nin doğu kıyıları boyunca uzanan vadileri kapsayan coğrafi olarak tanımlanmış bir bölge olduğunu gösterecektir. Son olarak, çağdaş kaynakların Germiyanlılar arasındaki Kürt ve Türkmenlerin oranlarını değerlendirmek için çok belirsiz olmasına rağmen, mevcut kanıtların, Rum Selçuklularının son dönemlerinde, Doğu Anadolu Germiyan bölgesinin, aralarında erken Yezidi hareketinin en önde gelen isimlerinden bazılarının öncülük ettiği yoğun dini faaliyetlerin gerçekleştiği önemli sayıda Arap, Türkmen ve Kürt göçebe topluluğu tarafından iskan edildiğini gösterdiğini ileri sürecektir.
- Germiyan’ın adı neydi?
1280’lerde, Selçuklu hanedanının; II. Kılıcarslan’ın (ö. 1192) saltanatından itibaren tarihini anlatan magnum opus‘unu (baş yapıtını) yazarken, Anadolu tarihçisi İbn Bibi gençliğinde gerçekleşen önemli bir olayı anımsamak için geçmişe baktı.1239/40’taki Türkmen ve Kürt göçebe aşiretlerin büyük bir Selçuklu karşıtı ayaklanması olan meşhur Babai isyanını anlatırken, İbn Bibi, Malatya’dan bilinmeyen bir Selçuklu komutanı (serleşker) olan Alişir oğlu (pusar-i Alişir) Muzaffereddin’in yaptıklarını anlatır. Övgü dolu ağıtvari bir tonda, İbn Bibi tarihi kaynaklarda karşılaşılacak ilk “Alişir oğlu” hikayesinin sahnesini hazırlar. Muzaffereddin böylece, yoğun bir görev duygusuyla canlanan ve Selçuklu efendilerini, hayatlarını tehlikeye atarak savunan Kürt ve Germiyan savaşçılarından oluşan bir ordunun lideri olarak belirlenir.[17] “Germiyan” adlı bir grup insana ilişkin bu ilk tarihsel atıf aldatıcı bir şekilde basittir. Özellikle, açıkça tanımlanabilir bir halkın, Kürtlerin adıyla yan yana koyarak İbn Bibi “Germiyan”ın da bir halkın adı olduğunu ima eder gibi görünmektedir. Benzer şekilde, Kürtler ve Germiyanlar arasındaki bu kadar net bir ayırım, ikincisinin Kürt kökenli olmayan bir halkın adı olduğuna işaret eder.
Denklem bu kadar basit olsaydı, “Germiyan”ın anlamını çevreleyen gizemler uzun süre tarihçileri şaşırtmamış olabilirdi. El-Awamir ve Mukhtaṣar editörleri ve çevirmenlerinin de belirttiği gibi, ne İbn Bibi ne de eserinin kısaltıcısı, “Germiyan” sözcüğünün kullanımıyla çok tutarlı değil.[18] Bu nedenle, İbn Bibi daha sonraki olayları anlatırken basit Kürt/Germiyan ikiliğinden uzaklaşır ve alternatif olarak Germiyan halkını “Germiyan Türkleri” (etrak-i Germiyan) olarak tanıtır.[19] “Germiyan Türkleri” İbn Bibi’nin tarihinde en sık kullanılan terimdir, ancak ara sıra “Türkler ve Germiyan” (etrak we Germiyan)[20] ayrıca “Germiyanlı/Germiyanlı Türkler ve Kürtler” (ekrad we etrak-i Germiyani)[21] ifadeleriyle nüanslandırılır. Dolayısıyla, Germiyan’a yapılan ilk tarihsel atıf, grubun Malatya Kürtleriyle hiçbir bağlantısının olmadığını ima eder ve ikinci atıf ise Germiyan’ın bir Türk halkının adı olduğuna işaret eder. Ancak üçüncü referans Germiyan’ın Türk olmayan bir halkın adı olduğunu ve sonuncusunun da Türkler ve Kürtlerden oluşan bir grubun adı olduğunu öne sürer.
İlerleyen bölümlerde, İbn Bibi “Alişir oğullarını” (ewlad-i Alişir) anlatısının ön saflarına getirdiğinde, olay örgüsü daha da karmaşıklaşır. Bu durumda, 1277 civarında, “Alişir oğulları” bir kez daha “Germiyan Türkleri” grubunun liderleridir, ancak bu sefer Afyonkarahisar ile Sivrihisar arasında, kuş uçuşu Malatya’nın 730 kilometre batısında bir yere yerleşmişlerdir.[22] 1277’den itibaren, “Alişir oğulları” liderliğindeki Batı Anadolu Germiyanları, Batı Anadolu’daki çeşitli Bizans ve Selçuklu kalelerini fethetti. 1300’lerin başında “Alişir Germiyanları” başkenti Kütahya olan güçlü bir emirlik veya beylik kurmuştu. Çağdaş kaynaklarda bu beylik, 1230’larda Malatya yakınlarında karşılaşılan gruplara benzer şekilde, tipik olarak “Germiyan” olarak anılır.
Bu açıklama, çağdaş tarihçilerin beylikleri belirtmek için kullandıkları adlandırma kuralları olmasaydı sınırlı bir ilgiye sahip olurdu. Geleneksel olarak, Selçuklu, Memlük ve sonraki Osmanlı kaynaklarında, bir beyliğin yönetici hanedanı, kurucunun adının ardından “oğulları” olarak anılırdı. Onların takipçilerini tanımlamak için, Türkmen veya başka türlü, çağdaş tanıklar, hanedanın kurucusunun adının ardından “Türkler” ifadesini kullandılar. Bu nedenle, sadece en ünlülerini adlandırmak gerekirse, Osmanlılar veya Karamanoğulları genellikle Farsça, Türkçe veya Arapçada “Osman/Karaman oğulları” (Arapça: İbn ʿUsman/Qereman; Farsça: ewlad-i ʿUsman/Qeraman; Osmanlı: Osmanoğlu/Karamanoğlu) ve savaşçıları “Osman/Karaman Türkleri” olarak anılır.[23] Zaman zaman, çağdaş tanıklar, kontrolleri altındaki en önemli şehrin adının ardından sahib (efendi, sahip) kelimesini kullanmışlardır (sahib Bursa/sahib Ermenak, vb.).[24]
Bu standartlara göre Germiyanlı hanedanının “Alişir oğulları ” (ewlad-i Alişir/ebna’-yi Alişir) veya “Kütahya’nın efendisi(leri)” (sahib Kutahieh) ve takipçilerinin “Alişir Türkleri” (etrak-i Alişir) olarak anılması beklenirdi. Yine de, yönetici hanedan değişmez bir şekilde “Alişir oğulları” olarak tanımlansa da, takipçileri her zaman “Germiyan(lar)” olarak adlandırılmıştır. Selçuklu dönemi ve sonrasındaki kaynaklarda anıldığında, “Alişir oğulları”, “Osman oğulları” veya “Karaman oğulları”ndan farklı olarak, “Germiyan” olarak adlandırılan grupla ve savaşçıları olan “Germiyan Türkleri” ile bağlantılı, ancak onlardan ayrı varlıklar olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Batı ve Orta Anadolu beyliklerini tasvir ederken, Selçuklu tarihçisi Aksarayi, “Germiyanlılar”ı, “Germiyan emirleri”ni ve “Alişir oğulları”nı, Kütahya’dan gelen üç ayrı ama bağlantılı grup olarak belirler (umeraʻ-yi Germiyan we ebna’-yi Alişir ez Kutahieh).[25] Uygulanan adlandırma kurallarına göre, burada bulunması beklenen diğer beylikler, “Alişir oğulları emirlerine” (umeraʻ-yi ebna’-yi Alişir) daha çok benzer olurdu. Birkaç durumda, çağdaş yazarlar “Alişir oğulları” ifadesinin yanına Germiyani nisbesini eklerler (örneğin, Hüsameddin veled-i Alişir-i Germiyani), bu da Alişir oğullarının sadece liderlik etmediğini, aynı zamanda “Germiyan” adlı gruba ait olduklarını açıkça ortaya koyar.[26]
“Germiyan(lar)” ile “Alişir oğulları” arasındaki ikilik, George Pachymeres ve Nikephoros Gregoras gibi Bizans tarihçilerinin çalışmalarında da aynı derecede keskindir. On üçüncü ve on dördüncü yüzyılların en önemli Bizans bilginlerinden ikisi olan Pachymeres ve Gregoras, 1280’lerden itibaren Selçuklu-Bizans sınırında Germiyanlı beyliğinin yükselişine ve büyümesine tanıklık ettiler. Kültürel, dini ve coğrafi olarak İbn Bibi ve Aksarayi’den ayıran mesafeye rağmen, iki Bizanslı bilgin, Alişir’i (Ἁλισύρας/Ἁλισύραι) Germiyan(lar)dan (Καρμανός/Καρμανοῖς) ayırmaktan çekinmezler.[27] Bu nedenle, Osman (Ἀτμᾶνες) veya Menteşe’nin (Menteşa/Mendeşah ç.n.) (Μανταχίαι) Türkmenleri yalnızca hanedanın adını taşıyan kurucularının adı altında görünürken, Germiyanlılar farklı olarak “Germiyanlılar” olarak anılırlar. (Καρμανοῖς), “Alişirids (Alişirliler)” (Ἁλισύραι) veya “Alişir Germiyanlarla” (Ἁλισύρας σὺν Καρμανοῖς) olarak.[28]
Bu noktada ve bu kadar geniş bir tanıklık çeşitliliğine rağmen, “Germiyan”ın kesin kökenleri ve anlamı oldukça belirsizliğini koruyor. Ancak, birkaç ara sonuç çıkarılabilir. İlk olarak, Germiyani nisbesinin çeşitli göçebe savaşçı gruplarını belirtmek için kullanılması, ancak aynı zamanda Alişir oğullarının da belirilmesi, “Germiyan”ın başlangıçta ikisinin ortaya çıktığı bir yerin veya bir aşiretin adı olması gerektiğini düşündürmektedir.
İbn Bibi’nin anlatımı göz önünde bulundurulunca, bu bölge veya aşiret Doğu Anadolu’da Malatya yakınlarında bulunmuş olmalı. İkinci olarak, Pachymeres ve Gregoras’ın eserinde Καρμανοῖς’un kullanılmasıyla gösterildiği gibi, “Germiyan” en azından on dördüncü yüzyılda, Selçuklu-Bizans sınırına yakın bir yerde yerleşik ve Alişir oğulları tarafından yönetilen bir örgütün, bir grup insanın veya belki de bir konfederasyonun adıydı. Üçüncüsü, isim ve dolayısıyla “Germiyan” olarak bilinen varlık, Alişirilerin iktidara gelmesinden farklıydı ve ondan önce gelmiş olmalıydı. Aksi takdirde tüm örgüt, komşuları Osman oğulları, Karaman oğulları veya Menteşe/Mendeşa oğullarına benzer şekilde, “Germiyan” olarak değil, “Alişir oğulları” olarak bilinirdi.
Bu tartışma, “Germiyan” isminin anlamını ve kapsamını anlamak için çok önemli olsa da, bariz bir sorundan muzdariptir. Yani, yukarıdaki analiz, Germiyan veya Alişir hanedanı olarak adlandırılan grubun değil, dış gözlemcilerin algısını yansıtmaktadır. Ne yazık ki, Osmanlılar, Karamanoğulları ve Aydınoğulları’nın aksine, Germiyanlılar, beyliklerinin ve yönetici hanedanının prestijini, örgütlenmesini, öz algısını ve öz biçimlendirmesini öven tarihler bırakmamıştır. Ancak, Germiyanlıların ve yöneticilerinin kendilerini nasıl algıladıklarını ve biçimlendirdiklerini gösteren birkaç kanıt vardır. Özellikle, Germiyanoğulı topraklarında bulunan üç yazıt analiz edilmeye değerdir. İlki 1299/1300’den kalmadır. Aslen Ankara’daki Kızıl Bey Camii’nin minberine kazınmış olan kitabe, Germiyanlı komutanı Yakub’un[29] kimlik bilgilerini “büyük emir” (el-emir el-kebir) ve “Alişir/Alişir oğlu” (ibn Alişir) olarak yüceltmektedir.[30] 1324/25 tarihli ve Sandıklı kalesinin surlarında bulunan ikinci bir yazıt, Yakub’u bir kez daha büyük bir emir olarak tanıtır, ancak ikinci bir unvan olan, kabaca “Germiyanlıların [yani halkının] sultanı” olarak çevrilebilecek olan sultan al-Germiyaniye unvanını içerir. “Büyük emir” ve “Germiyanlıların sultanı” arasındaki kombinasyon, 1377/78 tarihli üçüncü bir kitabede kanıtlandığı gibi, on dördüncü yüzyıl boyunca kullanılmaya devam etti.[31]
Sulṭan el-Germiyaniye, bildiğim kadarıyla, yalnızca bu iki kitabede bulunan belirsiz bir unvandır. Ancak, unvan dizisinin, Alişir oğullarını, her şeyden önce İlhanlı Moğollarına bağlı “büyük emirler” ve ikinci olarak da sultanlar olarak belirlemesi ilginçtir; bu durumda, bir bölgenin değil, bir örgütün veya bir grup insanın, Germiyaniye’nin “hükümdarları” olarak anlaşılmaktadır. Bu kitabeler, bazı ek nüanslar getirir ve önceki sonuçlarımızı, dış gözlemcilerin bakış açısından bağımsız olarak güçlendirir. Özellikle, Germiyaniye’nin kullanımı, “Germiyan” adının bir yerin veya bir kabile grubunun adı olduğunu doğrulamaktadır. Aynı şekilde, bu, takipçileri “Osman/Karaman oğulları” olarak bilinen Osmanlılar veya Karamanlıların aksine, Alişir oğullarının Germiyaniye‘nın kurucuları olmayabileceğini, sadece liderleri olabileceğini daha da doğrulamaktadır. On ikinci yüzyıl kaynağı olan Ermeni tarihçi Matthew of Edessa’nın Chronicle‘ı(Edesalı Mateus’un Vakayiname’si), “Germiyan”ın gerçekten de bir bölgenin adı olduğunu öne sürmektedir. Edessalı Matthew, Chronicle‘ında Germiyan’ı, İbn Bibi’nin Germiyanlar ve Alişir oğullarından ilk kez bahsettiği bölge olan Malatya’nın yakınlarına yerleştirir.[32] On dokuzuncu yüzyılda yaşamış iki Fransız oryantalist, Edouard Dulaurier ve Charles Defrémery, kelime için bir etimoloji önermeye ve bölgeyi daha kesin bir şekilde belirlemeye çalışmadan önce, bu “Germiyan” referanslarını ilk fark edenlerdi. Bölgenin adı ile Kütahya beyliğinin adı arasındaki ilgi çekici benzerlikleri fark etmekte başarısız olmayan Dulaurier, “Germiyan”ın başlangıçta güçlü bir Doğu Anadolu Türkmen savaş ağasının adı olması gerektiğini tahmin etti. Dulaurier’in aksine, Defrémery “Germiyan”ı ““Χαρσιανόν un Ermenice bir bozulması olarak anlamıştı, bu isim artık var olmayan komşu Bizans temasının (eyaletinin, yerel siyasal biriminin ç.n) adıydı. Yirminci yüzyılda, Köprülü ve Togan “Germiyan”ı sırasıyla doğu İran’daki bir bölge olan “Kerman”ın veya Orta Asya’daki bir bölge olan “Harezm”in hatalı bir çevirisi olarak yorumladıklarında yeni hipotezler ortaya çıktı. Bu iki Türk bilgini, on üçüncü yüzyıl Türkmen göçmenlerinin Kerman veya Harezm’deki anavatanlarını anmak için bölgeye “Germiyan” adını vermiş olabileceklerini ileri sürdüler. Son olarak Cahen ve Varlık, “Germiyan”ın “sıcak/ing: warm” anlamına gelen İran kökenli “garm/germ” ile ilişkili İran kökenli bir isim olabileceğini tahmin ettiler.[33]
Thurin’in yakın tarihli bir makalesi bu teorilerin çoğunu tartışıyor ve reddediyor. Thurin, “Germiyan”ın bir Türkmen savaş ağasının adı olamayacağını, çünkü adını tüm bir bölgeye verebilecek kadar güçlü bir komutanın, İbnü’l-Esir veya Bar Hebraeus gibi on ikinci ve on üçüncü yüzyıl tarihçileri tarafından fark edileceğini savunuyor. Benzer şekilde, “Germiyan”ın Χαρσιανόν’un çarpıtılmış bir Ermenice çevirisi olarak okunması, “Germiyan” adı verilen bir bölgeye yapılan atıfların Ermeniceden kökten farklı bir dil olan Gürcü edebiyatında da bulunması nedeniyle sürdürülmesi zor bir pozisyondur. Benzer sebeplerden dolayı Thurin, “Germiyan” ile “Kerman” veya “Harezm” arasındaki bağlantıların sürdürülebilir olmadığını savunuyor, çünkü Germiyan ismi, Harezm Türklerinin bölgeye 1230 civarında gelmesinden çok önce yerel kaynaklarda bulunabiliyor. Thurin, bu teorileri reddederken, Cahen ve Varlık’ın İran kökenli teorisini tartışmıyor ve basitçe “Germiyan”ın Malatya yakınlarındaki bir bölgeye yerel halk tarafından verilen isim olması gerektiği sonucuna varıyor.”[34]
Yine de Cahen ve Varlık’ın hipotezi daha yakından incelenmeyi hak ediyor. Hem Klasik hem de Modern Farsçada, “germ” kelimesinin “sıcak” anlamına geldiği ve sıcaklığı belirtmek için birçok bileşik formda kullanıldığı doğrudur (örneğin germa: “ısı”; germ-xu: “ateşli huylu”, vb.). Kelime, proto-Hint-Avrupa kökü *gʷʰer‘den türemiştir ve İngilizce “warm” veya Yunanca “θερμός” ile ilişkilidir. [35] Ancak, Cahen ve Varlık’ın belirttiği gibi, “Germiyan” kelimesi Klasik veya Modern Farsçada yok. Ancak iki bilgin önemli bir noktayı gözden kaçırmıştı: Farsça, 12. yüzyılda Doğu Anadolu’da konuşulan tek İran dili değildi. Edessa’lı Matta’nın doğumundan çok önce, Kürt dili bölgenin dağlarına ve vadilerine yayılmıştı.
Bunu akılda tutarak, çeşitli modern Kurmanci ve Soranice sözlüklere şöyle bir göz atmak, “germiyan”ın “sıcak yer”, “ovalar”, veya “kış meraları” gibi yakından ilişkili çeşitli anlamlara sahip, oldukça yaygın bir kelime olduğunu gösterir. Başka bir deyişle, modern Kürt dillerinde “germiyan”, kış meraları için daha iyi bilinen Türk kelimesi olan “kışlak”a yakın bir eşdeğerdir.[36] Aynı şekilde, yirmi birinci yüzyılda Germiyan, Irak’ın Süleymaniye şehrini çevreleyen Kürt çoğunluklu bir bölgesinin adıdır ve adından da anlaşılacağı gibi sıcak havasıyla bilinir. Son olarak, nisbe “Germiyani” (germiyan’dan/germiyanlı) günümüzde Irak Kürtleri arasında çok yaygın bir soyadıdır. Cahen ve Varlık’ın ihmalini açıklamak kolaydır. On ikinci yüzyıldan çok önce prestijli edebi ve/veya ayin dilleri olan Farsça, Yunanca veya Ermenice’nin aksine, Kürtçe on yedinci yüzyıla kadar sözlü tarih, dinler ve geleneklerle sınırlı kaldı.
Bu nedenle, ilk bakışta “germiyan”ın “ovalar” veya “kış otlakları” anlamına gelen Kürt kökenli bir isim olduğu sonucuna varmak güvenli görünüyor. Ancak, hiçbir ortaçağ Kürtçe sözlüğünün günümüze ulaşmadığını düşünürsek, temellerinin çoğu modern etimolojiye dayandığı için, böyle bir teoriye anakronik ve belki de temelsiz olarak karşı çıkmak cazip gelebilir. Diller zamanla değişir ve “Germiyan” bin yıl önce farklı bir şey ifade ediyor olabilir. Yine de, bu sefer ortaçağ kaynaklarına dayanan başka bir unsur, Kürt bağlantısına ek bir güvenilirlik kazandırmaktadır. On ikinci ve on üçüncü yüzyıl Müslüman tarihçilerinin ve coğrafyacılarının çalışmaları, Van Gölü’nün güneyindeki dağlık bölgelerde bulunan “zuzan” veya “Kürtlerin Zuzanı” (Zuzan el-Ekrad) olarak bilinen bir bölgeye bolca atıfta bulunur. Modern Kurmanci’de, “zuzan” (zozan olarak yazılır) “germiyan”ın zıttıdır ve “soğuk yerler”, “yaylalar” ve “yazlık otlaklar” anlamına gelir. [37] Belki de göçebelik antropologları tarafından daha sık kullanılan Türk kelime dağarcığına alışkın okuyucular için, zuzan/germiyan çifti, Türkçe yayla/kışlak’ın Kürtçe karşılığıdır. “Zuzan” kelimesinin kökenleri, etimolojisi ve anlamı Boris James tarafından uzun uzadıya tartışılmıştır. Ancak James ihtiyatlı davranarak “zuzan”a modern anlamını atfetmeyi reddeder. James bu nedenle Orta Çağ’da “zuzan”ın sadece Kürtlerin değil, aynı zamanda büyük bir Ermeni topluluğunun yaşadığı Doğu Anadolu’daki bir bölgeyi ifade ettiği sonucuna varır, yaz otlakları için genel bir kelime değildir. [38] James’in haklı ihtiyatlı tutumuna rağmen, on üçüncü ila on beşinci yüzyıllara dayanan çok çeşitli kaynaklar, her yaz, Doğu Anadolu’daki Kürt ve Türk göçebelerinin çoğunun Zuzan’ı otlak olarak kullandığını göstermektedir.
Bu nedenle, İbnü’l-Esir, “ilkbaharda, […] Türkmenler, Kürtler ve Kilakanlar kışladıkları yerlerden (el-ʾemkine) Zuzan’a taşınırlar” diye belirtir.[39] Ram’icho’ya atfedilen on beşinci yüzyıl Süryani tarihi, İbnü’l-Esir’in tanıklığıyla örtüşüyor ve on üçüncü yüzyılda Tairahlı Kürtlerin sonbaharın sonunda Musul’a göç etmeden önce yazlarını Zuzan’da geçirdikleri iddia ediliyor.[40] Süryani kaynağı belirli bir Kürt grubunun, Tairahlıların göç modellerini vurgularken, İbnü’l-Esir göçebe kabilelerin Zuzan’a sadece Musul’dan değil, kış meraları olarak kullanılan çok çeşitli komşu bölgelerden taşındığını belirtmek için çoğul bir biçim (el-ʾemkine) kullanıyor. Bu çağdaş tanıklıklara dayanarak, on ikinci ve on beşinci yüzyıllar arasında “zuzan”ın “yaylalar”, “soğuk yer” ve “yaz mera” anlamına geldiği sonucuna varmak güvenlidir. Eğer “zuzan”ın Orta Çağ’da bugün olduğu gibi aynı şeyi ifade ettiğini kabul edeceksek, o zaman “germiyan”ı da benzer bir standartla ele almak makuldür. Mevcut analiz Occam’ın usturası örneğidir. Bu nedenle, “germiyan”ın “ovalar”, “sıcak yer” veya “kış otlakları” anlamına gelen bir Kürtçe kelime olması, Dulaurier, Köprülü veya Togan tarafından önerilen (son derece) karmaşık etimonlardan türemiş olmasından daha olasıdır, örneğin Χαρσιανόν veya Harezm. Dolayısıyla, kişi güvenle şu hipotezi öne sürebilir: germiyan-zuzan çifti, Doğu Anadolu’nun Kürt ve daha sonraki Türk pastoral/kırsal toplulukları tarafından, sırasıyla kış ve yaz otlakları olarak kullanılan iki geniş alan için bir adlandırma kuralı olarak kullanılmıştır. Bu tür gelenekler geçmişte yaygındı ve Avrasya’da göçebe hayvancılığın azalmasına rağmen yirmi birinci yüzyılda hala yankı buluyor. Irak’ın Germiyan bölgesi örneğinden bahsettik, ancak Türkiye’de Mersin’in yerleşik sakinlerinin yakınlardaki dağlık bölgelere “yayla” veya “yazlık otlaklar” demeleri hala yaygındır. Bu, Boris James’in sonuçlarının özüyle hiçbir şekilde çelişmez. Orta Çağ’da Zuzan, Kürtler de dahil olmak üzere çok çeşitli etnik, kültürel ve dini grupların yaşadığı Doğu Anadolu’daki bir bölgenin adıydı, ancak İbnü’l-Esir’in tanıklığında örneklendiği gibi Türkler ve Ermeniler de vardı. Basitçe, bölgenin adı, bölgenin Kürt göçebe sürü besleyicilerin yazlık otlakları olma statüsünden türemiştir. Zamanla ve Germiyan’dan Batı Anadolu’ya büyük bir hayvan besleyen grubun göç etmesinin ardından, “Germiyan” hatta daha doğrusu Germiyaniye, “Alişir oğulları”nın liderliğinde, aslen Germiyan’dan gelen bir halk konfederasyonunun adı haline geldi. Bu ilk sorgulama netleştikten sonra, soruşturmanın ikinci kısmına geçelim: Germiyan’ın kesin yeri.
2. Germiyan nerede bulunuyordu?
Edessalı Matthew, Germiyan’ın Malatya topraklarına ait olduğunu belirtmesine rağmen, Ortaçağ tarihçisi, bölgenin sınırlarını, hatta yaklaşık sınırlarını bile kesin olarak çizmemiştir. Aynı şekilde, modern bilim nadiren bu gizemi çözmeye çalışmıştır. İlk bakışta, böyle bir sorunun, özellikle de mevcut makalede ortaya atılan bazı önemli konularla karşılaştırıldığında önemsiz görünebileceği doğrudur. Ancak, bu yanıltıcı bir düşüncedir. Ortaçağ boyunca, erken modern dönem boyunca ve belki de Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen nüfus değişimine kadar, Doğu Anadolu son derece çeşitli kültürlere, yaşam biçimlerine ve dinlere ev sahipliği yapmaya devam etti. Bu nedenle, Germiyan’ın coğrafi sınırlarını çizmeden, böyle bir çalışmanın içerdiği sınırlı doğruluk düzeyine rağmen, akademisyenlerin Germiyaniye’nin oluşumunun ardındaki tarihsel bağlamı ve ayrıca onu oluşturmuş olabilecek çeşitli grupların kimliğini tam olarak anlamaları zor olabilir.
İlk adım olarak, Edessa’lı Matta’nın Tarihi’nde “Germiyan” olarak adlandırılan bölgeye yapılan atıfları inceleyelim. Matta’nın eseri on ikinci yüzyıl tarihçileri tarafından iyi bilindiğinden, buradatam bir tanıtım gerekli değil.[41] Edessa’nın yerlisi, ayrıca birinci ve ikinci Haçlı Seferleri’nin çağdaşı olan Matta’nın, Haçlıların Yakın Doğu’nun Müslüman efendilerine karşı çıkan çatışmalarına ilk elden tanıklık ettiğini söylemek yeterlidir. Germiyan, Matthew’un eserinde ilk kez, 1119’daki ‘Ezaz Muharebesi’nde ortaya çıkar. Bu savaşta, Haçlı Edessa Kontu Joscelin, Türkmen beyi İlgazi’ye karşı savaşmıştır. Haçlı kuvvetlerine yenilen İlgazi ve birlikleri Germiyan’a sığınmıştır. Matthew bölümünü bir coğrafya dersiyle sonlandırır ve Germiyan’ı Malatya’nın yakınlarına ve İlgazi’nin emirliğinin kuzeyine yerleştirir.[42] Matthew’un bu bölümü yazarkenki niyetleri analiz edilmeye değerdir. Özellikle, Matthew’un yorumu, Germiyan’ın yerinin dinleyicileri için hemen belirgin olmayabileceğini göstermektedir. Germiyan’ın sınırları potansiyel okuyucu kitlesi için belirgin olsaydı, Ermeni tarihçi bariz olanı belirtme ihtiyacı hissetmezdi. Matthew’un Suriye, Rum veya Irak’ı belirlemek zorunda olduğunu hayal etmek zor. Bu nedenle, açıklamaları, “Germiyan” isminin, eğitimli bir on ikinci yüzyıl okuyucusu için ek açıklamalar gerektirecek kadar yabancı olabileceğini gösteriyor.
Matthew, Germiyan’dan, 1121-22 yıllarında gerçekleşen olaylarla ilgilenen sonraki bölümde ikinci ve son kez bahsediyor. Bu bölümde, Matthew, 1122’de Gürcistan Krallığı’na karşı büyük bir savaşı kaybeden Gence (modern Azerbaycan) emiri Gazi’nin yaşadığı aksilikleri anlatıyor. Gazi’nin ordularının kalıntıları, müttefik arayışlarında Germiyan’a doğru yola çıktılar. Orada İlgazi ile tanıştılar ve Türkmen beyi Gazi’nin yardımına gelmesi için yalvardılar.[43] Edessa’lı Matta’ya göre, İlgazi çağrıya cevap verdi ve biri Rum’dan, diğeri Germiyan’dan olmak üzere iki önemli Türkmen kuvveti çağırdı.[44] 1121-21 olayları, Matta’nın anlatımında Germiyan’a son atıftır; bu son, belki de İlgazi’nin 1122’deki ölümünden sonra bölgedeki Artuklu gücünün göreceli olarak azalmasıyla açıklanabilir.
Matthew’nun tanıklığı, kritik olmasına rağmen, bir haritanın kaba bir taslağını bile çizmek için çok belirsiz ve kesin değildir. Bununla birlikte, bu noktada, birkaç ara sonucu ön plana çıkarabiliriz. İlk olarak, konumu gereği, İlgazi’nin Mayyafariqin ve Diyarbekir’deki güç merkezlerinin kuzeyinde, Germiyan, Artukluların kontrolü altındaki en kuzeydeki topraklara yakın bir yerde bulunmuş olmalıdır. Dahası, Artukluların Malatya’yı kontrol etmediğini ve Gazi’nin güçlerinin Germiyan’da İlgazi’yi aradığını göz önünde bulundurarak, bölgenin Malatya’nın hemen çevresinin ötesine, kuzeydoğuya doğru uzandığını varsaymak gerekir. Bu düşünüldüğünde, Germiyan’ın Harput/Ḥiṣn Ziyad (modern Elazığ) bölgesinden ve çevresinden geçmiş olması muhtemeldir. Son olarak, Germiyan’da kale ve şehirlerin varlığına rağmen, Matthew’nun göçebe Türkmenlerin büyük nüfuslarına yaptığı vurgu, bölgenin geniş meralardan oluştuğunu gösteriyor ki bu da “Germiyan”ın “kış meraları” anlamına geldiği fikrini daha da güçlendiriyor.
Germiyan’ın sınırlarını netleştirmek için, Edessa’lı Matthew’un tarihi dışındaki çağdaş kaynaklarda bölgeye dair birkaç referansı bulmak çok önemlidir. Orta Çağ ve erken modern Gürcistan tarihine dair kroniklerin bir derlemesi olan Kartlis Tskhovreba, genellikle İngilizce’de Georgian Chronicles (Gürcü Kronikleri) olarak bilinir, bu tür kaynaklardan biridir. Bugüne kadar, Gürcü Kronikleri, çoğunlukla en kapsamlı çevirilerinin eksik doğası nedeniyle, Orta Çağ İslam’ı üzerine bilginler tarafından yeterince kullanılmamış ve bazen hafife alınmıştır. Bununla birlikte, Kronikler, büyük ölçüde Gürcistan’ın on ikinci yüzyılda yönettiği kapsamlı bölgesel seferler nedeniyle, Kafkasya ve Doğu Anadolu halkı hakkında önemli bilgiler içerir. Edessa’lı Matthew’un durumunda olduğu gibi, Kronikler Germiyan’dan üç kez bahseder. İlk rapor, Germiyan Türkmenleri ile Diyarbekir Türkmenleri arasında 1160’ta Gürcistan’a karşı düzenlenen ortak bir seferle ilgilidir.[45]
Daha sonra, Germiyan Türkmenleri, Erzurum’dan bir orduya katılarak Kraliçe Tamar’a karşı düzenlenen bir seferde 1185’te tarihin ön saflarına geri döndüler.[46]
Germiyan’ın sınırları, Matthew’un Kroniği’ni Gürcü Kronikleri ile karşılaştırdığımızda daha kesin hale gelir. Özellikle, kroniklerin yazarlarının ilkini ikincisinden ayırdığı düşünüldüğünde, Germiyan’ın Diyarbekir veya Erzurum’un bir alt bölgesi olmadığı açıktır. Sonuç olarak, Malatya Germiyan’ın en batı sınırını belirlerken, Erzurum ve Diyarbekir sırasıyla Germiyan’ın en kuzey ve en güney sınırları olarak belirlenebilir. Şimdi bu sonuçları aklımızda tutarak İbn Bibi’nin tarihine geri dönelim. İbn Bibi’nin tarihi, Germiyanlıların erken tarihiyle kapsamlı bir şekilde ilgilenmesine rağmen, eseri coğrafi ipuçlarından yoksundur. Ancak İbn Bibi’nin tarihi, Gürcü Kronikleri gibi, sürgündeki Hârezm ve İran Sultanı Germiyan’la kısa bir bağlantısı olan Celâleddin-i Hârezmşah’ın hayatına dair geniş ve tamamlayıcı bilgiler içermektedir. 1225 ile 1230 yılları arasında korsan sultan ve birlikleri, Gürcistan orduları ve Rum Selçukluları ile aralıklı olarak çatıştı. 1230 yılında, ortak bir Selçuklu-Eyyubi ordusu, kuvvetlerini Ahlat yakınlarında (Yassı Çemen’de ç.n.) kesin bir şekilde bozguna uğrattığında sultan hırslarının kurbanı oldu. Moğolların ilerlemesine karşı koyamayan ve zayıflayan Harezmşah, Mayyafariqin’in kuzeyindeki dağlara sığındı. Hırslı kralın orada, hoşnutsuz bir Kürt köylüsünün bıçağı altında düştüğü iddia ediliyor. Gürcü Kronikleri, Celaleddin’in düşüşünü anlatırken, Sultan’ın ölümünden sonra kuvvetlerinin Germiyan’a kaçtığını iddia ediyor. [47] Germiyan’ın tam olarak neresinde olduğu hiçbir zaman belirtilmemiştir. Ancak İbn Bibi’ye göre Celaleddin’in vefatından sonra Harezm ordularının Van Gölü’nün batı kıyısındaki Tatvan’a kaçtıkları düşünüldüğünde tablo daha da netleşmektedir.[48]
Öncelikle, birliklerinin dış bir bölgeden Germiyan’a kaçtığını ve bölgenin sınırları içinde hareket etmediğini belirtmekte fayda var. Bu, Tatvan’ın güneyindeki ve Mayyafariqin’in kuzeyindeki dağ sırasını Germiyan’ın güney sınırları olarak belirlememizi sağlar. Ayrıca Tatvan’ın, Arap coğrafyacıların Zuzan’ın kuzey sınırı olarak tanımladığı bir yer olan Ahlat’tan birkaç kilometre uzakta olduğunu belirtmek de önemlidir. Zuzan, “yazlık mera bölgesi” ile Germiyan “kışlık mera bölgesi” arasındaki yakınlık, göz ardı edilemeyecek kadar uygun ve çarpıcıdır. Kısacası, Germiyan, Germiyaniye’nin anavatanı, batıda Malatya, kuzeyde Erzurum, güneyde Anti Toros Dağları, Diyarbakır ve Meyyafariqin’in kuzeyi, doğuda ise Tatvan, Ahlat ve Zuzan bölgesi arasında yer alıyordu. (Bak Şekil 1)[49]
3. Germiyan’da kimler yaşıyordu?
Germiyaniye’nin saflarında önemli oranda Kürt ve potansiyel olarak Yezidi savaşçısı olduğunu öne sürmek için Cahen, İbn Battuta’nın bıraktığı kısa bir tanıklığa güvendi. 1330 civarında Güneybatı Anadolu’daki Gölhisar yakınlarında seyahat ederken, Kuzey Afrikalı seyyah, Germiyaniye hakkında söylentiler duydu ve şunları bildirdi: “Germiyan adlı bir haydut grubu bu ovada yolları kesti. Yezid b. Muaviye’den geldikleri ve Kütahya adlı bir şehri kontrol ettikleri söyleniyor”[50]
Şekil 1: Germiyan haritası
Günümüzde Yezidilik, hem eski İran dinlerinden hem de İslam’dan öğeler içeren senkretik bir tek tanrılı din olarak bilinmektedir. Yezidilerin çoğu Kurmanci konuşan Kürtlerdir ve Kuzey Irak, Türkiye, Suriye ve Kafkasya’da yaşamaktadırlar. İbn Battuta’nın yolculuğu sırasında, Yezidi dini henüz bugünkü şeklini almamıştı ve 12. yüzyılda Emevi Halifesi Mervan bin el-Hekim’in (ö. 685) soyundan geldiği iddia edilen Şeyh Adi bin Musafir (ö. 1162) tarafından kurulan bir tasavvuf tarikatının adı olan Adeviye olarak biliniyordu.[51] Adeviye hareketinin temel bir yanı, Emevi halifesi Yezid b. Muaviye’nin (ö. 683) imametine olan inançtı.[52] Çağdaş (o dönemin) Müslümanlar böyle bir inanca büyük bir şüpheyle yaklaştılar, çünkü hem Şii hem de Sünni Müslümanlar Yezid’i Hüseyin bin Ali’yi öldürdüğü ve Halifeliği kalıtsal bir monarşiye dönüştürdüğü için aşağıladılar. Örneğin, İbn Battuta’nın çağdaşı olan biri, Adeviye mensuplarının Yezid’e olan sevgisini şu ifadelerle kınamıştır: “Bu cahil kişiler, Yezid’in gerçek doğasını bilmeden onu yüceltmeye ve övmeye başladılar. Bizim için ‘Yezid’i sevmeyenlerin kanı ve malları helaldir’ diyecek kadar ileri gittiler.”[53]
Bunları göz önünde bulunduran Cahen, Germiyaniye ile Yezid b. Muaviye arasındaki ilişkinin tesadüf olamayacak kadar özel olduğunu buldu. Dolayısıyla, Doğu Anadolu’nun büyük Yezidi Kürt gruplarına ev sahipliği yapması nedeniyle, bu insanların bazılarının Germiyaniye‘yi Batı Anadolu’ya kadar takip etmiş olması veya Yezidi inançlarının Germiyaniye’nin Kürt olmayan halkı arasında yayılmış olması muhtemeldi.[54] Varlık, daha sonra böyle bir fikri reddetti ve “Yezid’in torunları” ifadesini, Gölhisar halkının Germiyaniye’yi sadece “asi” olarak itibarsızlaştırmak için kullandığı bir hakaret olarak yorumladı.[55] Varlık’a hakkını vermek gerekirse, Cahen’in Doğu Anadolu’da Kürt ve Yezidi yerleşimlerinin varlığına atıfta bulunmanın ötesinde düşüncelerini doğrulamadığı gerçektir. İbn Battuta’nın yolculuğunun zaman dilimi göz önüne alındığında, hem böyle bir tanıklığın güvenilirliğini hem de Cahen’in sonraki sonuçlarını test etmek için en uygun yaklaşım, Germiyanlıların etno-dini yapısı hakkında ipuçları sağlayan erken on dördüncü yüzyıl kaynaklarını incelemek olacaktır.
Ne yazık ki, mevcut kaynaklar bunu yapmak için çok sınırlıdır. Selçuklu tarihçisi Aksarayi, Germiyaniye liderlerinden kısaca bahseder, ancak etno-kültürel ya da dini yapılarına değinmez.[56] Benzer şekilde, Bizans bilginleri Pachymeres ve Gregoras neredeyse yalnızca Bizans kalelerinin Germiyaniye’ye kaybedilmesiyle ilgilenir ve onların örgütlenmesine pek ilgi göstermezler.[57] Suriyeli bilgin el-Umari’ye gelince, çalışmalarının kapsamı, Germiyanlıların tarihine ve Alişir oğullarına olan belirgin ilgisine rağmen, çok geniş vuruşlar çizmekle sınırlıdır.[58] Bu nedenle, on dördüncü yüzyıl kaynaklarının sınırlarını göz önünde bulundurarak, alternatif bir metodoloji, bu makalede “Germiyan” olarak tanımlanan Doğu Anadolu bölgesindeki nüfus yerleşimlerini 1230’lar ile 1277 arasında analiz etmekten oluşur; sözkonusu Germiyaniye ilk olarak Selçuklu-Bizans sınırında anılır. Ancak bu yaklaşım, bir kez daha, büyük ölçüde sınırlı kaynak genişliği nedeniyle zorluklarla karşılaşmakla birlikte, birkaç coğrafi ve etnografik rapor günümüze ulaşmıştır ve bunların analizi, neredeyse var olmayan on dördüncü yüzyıl kaynaklarıyla çalışmaktan daha iyi sonuçlar verebilir.
Selçuklulardan önce, Doğu Anadolu, yüzyıllar boyunca, birkaç Arap ve Kürt göç dalgasının son noktası olmuş ve sürü sahibi büyük Arap ve Kürt aşiret gruplarına ev sahipliği etmiştir. Bu göçlerin ayrıntılı bir hesabını vermek, bu tartışmanın kapsamının ötesindedir. Emevi ve Abbasi Halifeliklerinin altın çağlarında, çeşitli Arap kabile mensupları ve yerleşik mücahitlerin, yeniden canlanan Bizans İmparatorluğu’na karşı Halifeliğin sınırlarını korumak için Malatya çevresindeki bölgelere yerleştiğini söylemek yeterlidir.[59]
Bugüne kadar, Kürtlerin bölgeye gelişinin kesin zamanlaması tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Daha da önemlisi, Abbasi Halifeliği’nin onuncu yüzyılda çöküşü süreci sırasında, Doğu Anadolu’nun, Mervaniler gibi Kürt kökenli güçlü bölgesel hanedanların ortaya çıkışına tanıklık etmiş olmasıdır. Yerel Kürtlerin, resmi bir idari bölüm olmasa da, belki de bölgedeki göçebe hayvanlcılığın gerçeklerini vurgulayan ad hoc (geçici) olarak ilk kez “Germiyan” ve “Zuzan” terimlerini ortaya atmaları Mervaniler döneminde olabilir.[60]
Üçüncü bir grup olan Türkmenler, Bizans’ın Malazgirt’i (1071) Büyük Selçuklulara karşı yendiği dönemde Doğu Anadolu’ya göç ettiler. O dönemde, Çubuk adında nispeten bilinmeyen bir emir ve Türkmen savaşçıları, Harput/Hisn Ziyad civarında kısa ömürlü bir emirlik kurdular. On ikinci ve on üçüncü yüzyılın başlarında, Germiyan Türkmenleri gevşek bir şekilde örgütlenmiş bir grup, belki de bir konfederasyon oluşturdular. On ikinci yüzyıldaki örgütlenmeleri hakkında, belki de iddia edilen Döğer-Oğuz kökenlerinin prestijine saygıdan dolayı Artuklulara bağlılık yemini etmeleri dışında kesin bir şey bilinmiyor.[61]
Selçuklu döneminde, Türkmenlerin Doğu Anadolu’ya ani akınının Arap ve Kürt nüfusunu bölgeden zorla çıkarmadığı iyi bilinmektedir.
On ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda yazan Edessa’lı Matthew, İbnü’l-Esir ve Bar Hebraeus, çeşitli vesilelerle bu grubun Germiyan’da birlikte yaşadığını göstermektedir.
Ancak, on ikinci yüzyıldaki etkileşimlerinin niteliği belirsiz ve spekülasyona açık kalmaktadır. Daha iyi bilinen komşu bölge Zuzan ile yapılan karşılaştırmalara dayanarak, ilişkilerinin çatışma ve işbirliği arasında dalgalandığı, ara sıra evlilikler ve kabilelerin birleşmesi olduğu muhtemeldir.[62]
Doğu Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’da yaşayan Araplar ve Türkmenler hakkında sınırlı bilgi mevcut olsa da, hayatta kalan kaynaklar bu bölgelerde yaşayan belirli Kürt gruplarının sahip olduğu “tuhaf” inançlar hakkında daha kapsamlı ayrıntılar sunmaktadır. Özellikle, on ikinci yüzyıl tarihçisi el-Sem’ani, Adeviye tarikatının kurulmasından on yıllar önce Yezid’e tapan Musul’un kuzeyindeki dağlık bölgelerdeki Kürt topluluklarının varlığından bahseder.[63] Bölgedeki birçok Kürt kabilesi ve konfederasyonu sadece Yezid’e saygı göstermekle kalmayıp aynı zamanda Emevi kökenliliklerini de iddia etmiştir. El-Umeri, diğerlerinin yanı sıra, Mesalik el-Ebsar adlı eserinin bir alt bölümünü, Ümeyye Halifesi Mervan b. el-Hekim’in Kürtleşmiş torunları olduğunu iddia eden bir Kürt konfederasyonu olan Cûlmerkîye‘ye ithaf eder.[64]
Bu iddialar zamanla devam etti. On beşinci yüzyılda, poseodo-Ram’icho/mahlas-Ram’icho, Yezidileri Yezid’in tapanları/abitleri ve torunları olarak damgaladı.[65] Benzer şekilde, Kürt tarihi konusunda önde gelen bir uzman olan on altıncı yüzyıl Kürt tarihçisi Şerefeddin Bidlisi (Şeref Han), Yezidi halkını Mervani Emevi halifelerinin “akrabaları” (mansupları) olarak niteler.[66] On yedinci yüzyılda, Osmanlı tarihçileri Yezidileri “Yezid’in torunları” olarak tanımlamaya devam ettiler.[67]
Bu tanıklıkların tamamında gözle görülür bir model görülmektedir: On ikinci yüzyıldan ve muhtemelen daha öncesinden itibaren, Doğu Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’nın Kürtlerin yaşadığı bölgeler filo-Emevi (Emevi-hayranı) bir iklime sahipti. Bu ortamda, çok sayıda Kürt kabilesi Yezid’in kutsallığına ve Emevi kökenlerine dair sarsılmaz inançlara sahipti. Bu tür inançlar oldukça özeldir ve Varlık’ın yolunu takip edip İbn Battuta’nın iddialarını tuhaf ve ayrıntılı bir hakaret olarak reddetmek için Doğu Anadolu’daki Kürt topluluklarıyla çok yakından bağlantılıdır. Bu filo-Emevi (Emevi hayranı) ve filo-Yezid (Yezid hayranı) Kürt gruplarının Germiyaniye ile ne ölçüde bağlantılı olabileceği şimdi açıklanacaktır.
13. yüzyılın ikinci üçte birinde, bölgesel çatışmalar ve daha sonra Moğolların gelişi, Doğu Anadolu’da önemli sosyo-politik değişikliklere yol açtı. Bu kaotik dönemde, Malatya’yı çevreleyen savaş bölgelerinde, karizmatik yerel liderlerin önderliğindeki Kürt/Türkmen karma savaş çetelerinin oluşumu ve faaliyetleri yoğunlaştı. Kefersud şehrinde (bugünkü Doğanyol/Keferdiz), Baba İshak adlı mesihçi bir vaiz, Selçuklulara karşı bir isyan çıkarmak için yerel Kürt ve Türkmen göçebelerin hoşnutsuzluğundan yararlandı.[68] 1238’de, Baba İshak’ın Kürt/Türkmen isyancı güçleri Selçuklulara karşı savaştı ve sonunda Selçuklular tarafından yenildi. Selçukluların isyancılara karşı mücadeleleri Moğolları Anadolu’yu işgal etmeye ikna etti.[69] Aynı derecede önemli olan bir husus da, Kafarsud-Malatya arasındaki yollarda Baba İshak ve onun Selçuklu karşıtı Kürt/Türkmen kuvvetlerinin, Germiyanlı hükümdarı Muazffereddin bin Alişir komutasındaki Selçuklu yanlısı Kürt/Türkmen ordularına karşı savaşmış olmasıdır.[70]
Moğol istilalarından sonra (1243) karışık Kürt/Türkmen savaş gruplarının oluşumu daha da yoğunlaştı. 1243’te Germiyanlı Türkmenler ve Kürtlerden oluşan bir ittifak, Gence’den göçebe bir kuvvetle birlikte, Güneydoğu Anadolu’daki Moğol ilerlemesinden kaçan bir grup mülteciye karşı bir dizi baskın başlattı.[71] Bu Germiyanlıların liderleri hala bilinmiyor. Ancak, 1230’larda ve daha sonra 1250’lerde Selçuklular için sadakatle savaşan Alişir ve oğullarının, 1240’larda efendilerinin tebaasına karşı dönmeleri pek olası değildir. Burada, sonunda Alīşīr’in oğulları tarafından yönetilen Batı Anadolu Germiyaniye’sinin oluşumuna yol açan sürecin henüz gerçekleşmediğini varsaymak daha güvenlidir. Başka bir deyişle, 1230’larda/1240’larda “Germiyan” olarak etiketlenen Kürt/Türkmen savaş gruplarının çoğu, muhtemelen Alişirilerin etkisinden ayrı, bağımsız olarak faaliyet gösteriyordu.
1243 sıkıntıları, Germiyan Türkmenleri ve Kürtlerine, çağdaş kaynaklarda son referansı işaret ediyor, ta ki Germiyaniye‘nin, 1276/78 Karamanlı isyanına karşı savaştığı ana kadar. Bu, Orta ve Batı Anadolu’da Mehmed Bey ibn Karaman liderliğindeki Moğol karşıtı bir isyandı. Şaşırtıcı bir şekilde, Germiyaniye‘nin Batı Anadolu’da aniden ortaya çıkması önemli bir akademik ilgi topladı. Hakim fikir birliğine göre, daha sonra Germiyaniye’yi oluşturan insanlar 1261 ile 1265 arasında Doğu Anadolu’dan Selçuklu-Bizans sınır bölgesine taşındı.[72] Burada bu argümana derinlemesine girmek gereksizdir. Şimdilik çeşitli tarihçilerin önerdiği tarihler korunmalıdır. Ancak, Germiyan’ın göçebe aşiretleri ile Alişir ailesi arasında 1243 ile 1261-65 yılları arasında neler yaşandığı henüz tamamen açıklanamamıştır.
Germiyaniye’ye veya Alişirilere 1243 ile 1277 yılları arasında doğrudan atıflar olmamasına rağmen, bu makalede “Germiyan” olarak tanımlanan bölge,1243 ile 1260’lar arasında önemli siyasi, sosyal ve dini gelişmelerin merkez üssü olmaya devam etti. 1250’lerde ve 1260’ların başlarında, iki Selçuklu prensi II. Keykavus ile IV. Kılıcarslan arasındaki güç mücadelesi Germiyan halkını iç savaşın girdabına sürükledi. 1250’lerin ilk yarısında, Keykavus rakibine karşı üstünlük sağladı ve sonunda onu 1254 civarında ev hapsine aldı. Keykavus’un zaferinin anahtarı, Güney-Orta Anadolu’nun Gülnar, Bulgar ve Bozkır bölgelerinden gelen birkaç Türkmen, Kürt ve Arap göçebe grubunun desteğiydi.[73]
Ancak, Keykavus’un kaderi, Moğol komutanı Baycu Noyan’ın, Hülagu Han’ın emriyle birliklerini Orta Anadolu’ya taşımasıyla 1256’da daha da kötüye gitti. Hülagu’nun kararı, Moğolları Keykavus ile çatışma yoluna soktu, çünkü sultan, fetih güçlerine karşı özerkliğini korumak için kararlılıkla savaştı. 1256’da, Aksaray yakınlarında, Baycu, Keykavus’un göçebe güçlerini acımasızca ezdi. Yenilginin ardından Keykavus, Konya’yı terk etti ve geçici Bizans başkenti İznik’e sığındı.
Baycu, sultanın ordusunun kalıntılarını dağıttı. Bir yıl sonra, Hülagu Han ile başarılı müzakerelerin ardından Keykavus Anadolu’ya döndü ve bu sefer Kılıcarslan’ın yanında eş-sultan olarak pozisyonunu geri aldı, ancak bir zamanlar güçlü olan ordusunun desteği olmadan.[74] Hem kardeşinin hem de Baycu’nun hırsları konusunda endişelenen Keykavus, kuvvetlerini yeniden inşa etmeye çalıştı. Korkmuş sultan dikkatini Doğu Anadolu’ya çevirdi ve Malatya ve Harput/Hisn Ziyad civarında yaşayan göçebe topluluklarla müzakerelere başladı.[75] Daha önce olduğu gibi, Keykavus bu bölgelerde çok sayıda göçebe topluluğu yetiştirmeyi başardı. Bar Hebraeus ve posedo-Ram’icho’nun gösterdiği gibi, yeni ordu, eskisi gibi, saflarında çeşitli Türkmen, Kürt ve Arap savaşçıları barındırıyordu.[76]
Mevcut analiz için eşit derecede önemli olan, Keykavus’un yeni ordusuna liderlik etmek üzere atadığı iki kişinin adları ve kökenleridir. İkisi arasında ilk ve daha az önemli olanı, Doğu Anadolu Hakkari Kürt beyi Şerefeddin Ahmed bin Bilâs’tı. Ahmed, desteği karşılığında Malatya’yı iktâ’ olarak aldı. İkinci kişi, yine bir Kürt olan Şerefeddin Muhammed bin Hasan (Kurmanci Kürtçe: Şêx Şerfedîn), Kharpūt/Hisn Ziyad kalesini aldı.[77] Bugüne kadar, Şerefeddin Muhammed’in Keykavus’un orduları arasındaki varlığı ve önemi, Orta Çağ Anadolu’su bilim adamları tarafından gözden kaçırılmıştır.
Sıradan bir bölgesel Kürt lideri olmaktan uzak olan Şerefeddin Muhammed, çok ünlü bir mutasavvıf halife olan el-Hasan bin Adi’nin (Kurmanci Kürtçe: Şêx Hesen) oğluydu.[78] Bugün, el-Hasan bin Adi, Yezidi inancının kurucu figürlerinden biri olarak bilinmektedir. Yezidilik henüz modern biçimini almamışken, on üçüncü yüzyılda, el-Hasan bin Adi, on ikinci yüzyılda büyük amcası Şeyh Adi bin Musafir tarafından kurulan Adeviye tasavvuf tarikatının otoritesini elinde tutuyordu. O dönemde, Hasan bin Ad’nin takipçileri, en azından bir Müslüman bakış açısından, zaman zaman aşırı bir şekilde Yezid-Muaviye figürüne tapınmaları ve ara sıra Emevi soyundan geldiklerine dair iddialarda bulunmalarıyla tanınıyorlardı.[79]
1254’ten önce Şeyh Hasan hayatının büyük bölümünü Mezopotamya’da, özellikle o zamanlar Zengi Atabeg Bedreddin Luʾlu tarafından yönetilen Musul şehrinde, Adevi inancını yaymaya adamıştı. Şeyh Hasan’ın görev süresi boyunca, Adeviye’nin etkisi Musul ve kuzey Mezopotamya’daki Kürt toplulukları arasında katlanarak arttı. Orada, takipçileri “Adevi Kürtleri” (Ekrad Adieviyye) olarak tanındı.
Ancak, tarikatın artan popülaritesi ve etkisi Bedreddin Luʾlu’nun öfkesini çekti. 1254 yılında, Şeyh Hasan’ın artan şöhreti ve otoritesinden endişe duyan Bedreddin Luʾluʾ, Adeviye liderini tutukladı ve Şeyh Adi’nin kalıntılarına (Laleş’teki türbe ve kemiklerine ç.n.) saygısızlıkla birlikte yüzlerce Adevi Kürt’ün katledilmesini emretti. Babasının vefatına rağmen, Şerefeddin tarikatın karşılaştığı çilelerden sağ çıkmayı başardı ve sonunda Adeviye tarikatının liderliğini devraldı ve Harput/Hisn Ziyad’a doğru yola çıktı.[80] John S. Guest gibi akademisyenlerin belirttiği gibi, mevcut kaynaklar, Şerefeddin’in tasfiyeler sırasında Musul’dan zarar görmeden kaçıp kaçmadığı veya katliamlardan önce Harput/Hisn Ziyad’da kendini yerleştirip yerleştirmemiş olduğu konusunda net bir açıklama sunmuyor. Üstelik, Doğu Anadolu’daki varlığının ardındaki nedenler belirsizliğini koruyor.[81] Kanıtların kıtlığı göz önüne alındığında, Şerefeddin’in katliamlardan önceki yıllarda babası tarafından yerel göçebe aşiretler arasında vaaz (tebliğ ve irşad ç.n.) vermek üzere gönderilmiş olabileceği veya trajedinin ardından tarikatının inancına zaten uyan bir bölgeye yerleşmeyi seçmiş olabileceği konusunda ihtiyatlı bir şekilde spekülasyon yapmak cazip geliyor. Şerefeddin’in Doğu Anadolu’ya taşınmasının kesin zamanlaması ne olursa olsun, Keykavus ordularının lideri olarak atanması pek de tesadüf değildi. Orta Çağ Avrasya’sının göçebeleri arasındaki liderlik, modern antropologlar ve tarihçiler tarafından kapsamlı bir şekilde incelenmiştir. Çağdaş kaynaklar, ortaçağ göçebelerinin bir lider atarken askeri beceriye, prestijli soya ve/veya dini karizmaya büyük önem verdiğini gösteren çok sayıda örnek sunmaktadır.[82] Dikkat çekici bir şekilde, Şerefeddin birçok savaşın savaşta sertleşmiş bir gazisi değil, dini bir tarikatın lideriydi. Göçebe ordularıyla müzakere etme ve onları yönetme konusunda deneyimli, kurnaz bir hükümdar olarak, Keykavus, büyük bir göçebe aşiret gücüne komuta etmek ve otorite kurmak için karizmatik ve saygın bir yerel figür seçmenin önemini anlamış olmalı. Keykavus’un yargısı, şeyhin sultanla ittifakını imzaladıktan sonra yerel Kürt, Türkmen ve Arap göçebelerden oluşan bir sonraki gücü derhal toplama becerisiyle kanıtlandığı gibi yeterliydi. Bu olaylar sadece Şerefeddin’in bu bölgelerdeki siyasi otoritesinin büyüklüğünü vurgulamakla kalmıyor, aynı zamanda, tarikatıyla tipik olarak ilişkilendirilen Kürt takipçilerinin yanında Türkmen ve Arap savaşçıların varlığını da göz önünde bulundurarak, “Kürtlerin Şeyhi” (Şeyh el-Ekrad) olarak da bilinen Adevi üstadının siyasi etkisinin ve otoritesinin, Keykavus’la ittifakından önceki yıllarda geniş ve çeşitli bir kitleye ulaştığını gösteriyor.[83] Şerefeddin’in bu kadar geniş bir savaşçı yelpazesinden siyasi ve askeri bağlılık elde etme yeteneği göz önüne alındığında, Adeviye tarikatının ilkelerinin ve öğretilerinin bölgedeki Kürt olmayan insanlar arasında da popülerlik kazanmış olabileceği makul bir şekilde çıkarılabilir. Bu olaylarda Alişerilerin oynadığı rol belirsizliğini koruyor. Bununla birlikte, dağınık kanıtlara dayanarak, hanedanın emiri olan Kerimüddin Alişir’in Moğollara karşı Keykavus’un yanında savaştığı varsayılabilir. 1261’de Moğollar Keykavus’u Anadolu’dan kesin olarak kovduktan sonra, kardeşi Kılıcarslan’ın Moğollarla ittifak halinde yönettiği yeni rejim, 1250’lerin sonlarında kardeşinin yanında yer alan birkaç emir ve yüksek rütbeli komutanı yargıladı. Bunların arasında, İbn Bibi’nin Keykavus’un diğer destekçileriyle birlikte kaderine ağıt yaktığı Kerimüddin Alişir de vardı.[84] Ne yazık ki, İbn Bibi, devrilmiş sultana olan sadakatinin ötesinde, Alişir’in idamına yol açan kesin nedenleri asla açıkça belirtmemiştir.
Alişir’in kaderi, Kılıcarslan ile Moğolların, Germiyani liderini kendi otoritelerine karşı potansiyel bir tehdit olarak algıladıklarını gösteriyor. Dolayısıyla, Alişir’in Keykavus’a olan sadakati ve algılanan tehdit göz önüne alındığında, 1250’lerde emirin Germiyanlılardan oluşan bir kuvvetin başında, Şeyh Şerefeddin’in büyük ordusunun himayesinde, sultan için savaşmış olması muhtemeldir.
Özetlemek gerekirse, bu makalede “Germiyan” olarak tanımlanan Doğu Anadolu bölgesi, on ikinci yüzyılda farklı etnik, kültürel ve dini geçmişlere sahip önemli çeşitlilikte insana ev sahipliği yapmasıyla biliniyordu, on üçüncü yüzyılın ikinci üçte birinden itibaren, Türk, Kürt ve ara sıra Arap göçebe gruplarının güçlü bir şekilde iç içe geçtiği Germiyaniye‘nin oluşumuyla aynı zamana denk gelen bir döneme tanıklık etti. Bölgede kurulan Kürt gruplarının çoğu uzun zamandır Emevilerden geldiklerini iddia ediyor, Yezid’in kutsallığına inanıyor ve bazı durumlarda Adevi şeyhi el-Hasan ibn Adi gibi filo-Yezid (Yezid-hayranı liderlerinin öğretilerini izliyordu. On üçüncü yüzyılın ikinci yarısında, Şerefeddin Muhammed bin Hasan’ın kariyerinde örneklendiği gibi, Adevi mürşidlerinin siyasi, askeri ve belki de dini etkisi daha da yayıldı ve tarikatların geleneksel Kürt takipçilerinin çok ötesinde Arap ve Türkmen göçebelerden oluşan bir kitleye ulaştı. Filo-Yezid inançlarının yaygınlaşması, Doğu Anadolu’da Adevi liderlerinin varlığı ve on üçüncü yüzyıl kaynaklarında sıklıkla bahsedilen Türkmenlerle Germiyan Kürtleri arasındaki çoklu askeri ittifaklar göz önüne alındığında, Germiyan bölgesinden göçebelerin bir konfederasyonu olan Germiyaniye‘nın benzer çok etnikli ve çok dinli bir karaktere sahip olması muhtemeldir. Bu, İbn Battuta’nın 1330’da karşılaştığı “Germiyanlar”ın, Germiyanlıların tamamını temsil ettiği anlamına gelmez. Ancak yukarıda belirtilen örnekleri göz önünde bulundurarak, Germiyanlıların Yezid’in soyundan geldiğine dair atıfları, Germiyanlıları itibarsızlaştırmak için kullanılan tuhaf bir hakaret olarak reddetmek de aynı derecede zordur. Burada, daha dengeli bir değerlendirme, Kütahya’yı Gölhisar’dan ayıran ovaları geçerken İbn Battuta’nın, muhtemelen Kürt kökenli, 1260 civarında Batı Anadolu’ya göç etmiş Germiyanlılardan bir filo-Yezid göçebe grubuyla karşılaştığı sonucuna varmak olacaktır.
Sonuç
Bu makalenin temel amacı, Claude Cahen’in Notes pour l’histoire des Turcomans d’Asie Mineure adlı eserinde yetmiş yıl önce ortaya attığı en tartışmalı hipotezleri yeniden değerlendirmekti. Cahen’in eleştirilerinin çoğu bir dereceye kadar geçerliydi. O zamanlar, tezlerinin bazıları kanıtlanmış kanıtlardan ziyade daha çok sezgilere benziyordu. Yine de, daha yakından incelendiğinde, Cahen’in tezlerinin, hatta sezgilerinin çoğu daha kesin bir şekilde gösterilebilir. Cahen, Notes adlı eserinde, “Germiyan” kelimesinin İranca “garm/germ” kökünden türemiş olabileceğini öne sürdü. Bu öncülüğü takip eden bu makale, Germiyan’ın gerçekten de bir İran dili olan Kürtçeden türediğini ve “ovalar” veya “kışlık meralar” anlamına geldiğini gösterdi. Zamanla ve bir göçebe grubunun doğu Anadolu’dan batı Anadolu’ya göç etmesinin ardından, “Germiyan” bir grup insanın, Germiyaniye‘nin adı oldu, kabaca “Germiyan’dan olanlar” olarak tercüme edilebilir. Bunlar, “Alişir oğulları” olarak bilinen bir aile tarafından yönetiliyordu. Benzer şekilde, Edessa’lı Matthew’un bıraktığı bir tanıklığın ardından, Cahen bir zamanlar Germiyan’ın Malatya yakınlarında bir yerde olabileceğini öne sürmüştü. Bu erken bir hipoteze yanıt olarak, bu makale “Germiyan”ı Van Gölü ile Harput arasında geniş bir vadi koridoru olarak konumlandırdı. Cahen’in burada yeniden değerlendirilen son hipotezi, önemli sayıda proto-Yezidi Kürt savaşçısının Germiyaniye saflarında savaşmış olabileceği iddiasıdır. Bu cephede ve Orta Çağ Anadolu’su üzerine yapılan araştırmaların temkinli doğasına uygun olarak, ancak ılımlı bir “muhtemelen” sonucuna varılabilir. Adevi inancının Kürtler ve muhtemelen Germiyan Türkmenleriyle Arapları arasında, Germiyan’ın Batı Anadolu’ya göçünden önceki on yıllarda yayılması, en iyi şekilde Şeyh Hasan’ın bölgedeki yaygın etkisiyle örneklendirilebilir.
Bu nedenle, Kürt aşiretlerinin ve aralarında Adeviye tarikatının takipçilerinin Germiyan’ın bir parçası olduğunu düşünmek mantıksız olmadığı gibi Germiyaniye‘ye özgü ya da istisnai bir durum da değil. On üçüncü yüzyılda, ağırlıklı olarak Türk göçebe konfederasyonu olan Harezmiye, savaşçıları arasında önemli bir Kürt kuvvetini var sayıyordu. Aynı şey, Akkoyunlu ya da Boz Ulus gibi daha sonraki göçebe örgütler için de söylenebilir. Bu nedenle, İbn Battuta’nın 1330 civarında Germiyaniye için savaşan Adawi Kürtleri ve/veya philo-Yezid (erken-Yezid) Türkleri, belki de Arap göçebeleriyle karşılaşmış olması muhtemeldir.
Son bir not olarak, bu sonuçları Germiyaniye vaka çalışmasının çok ötesine genişletmek cazip geliyor. Daha fazla araştırma yapılması gerekse de, Anadolu beyliklerini kuran komutanların maiyetinde Kürt ve ara sıra Arap kökenli güçlü savaşçıların/kabilelerin varlığı olağan bir durum gibi görünüyor. İbn Bibi gibi çağdaş tanıklar sıklıkla Güney-Orta Anadolu’da Kürtlerin varlığına değinmektedir. Bu kabilelerden bazıları 1276/78’de Karamanoğulları için savaşmıştır. Benzer şekilde, çok daha sonraki bir tarih olan Şikari’nin Karaman-name’si, hanedanın ilk günlerinde çeşitli Kürt gruplarının Karaman Bey’i takip ettiğini göstermektedir.[85] Son zamanlarda Dimitri Korobeinikov, Menteşa beyliğinin karışık Türk/Kürt kökenli olabileceğini öne sürmüştür.[86] Ne yazık ki, beyliklerin oluşumunda Kürt ve Arap halkının rolü ve önemi göz ardı edilmiştir. Bu, alanı şekillendirmede milliyetçi Türk tarih okulunun benzeri görülmemiş etkisinin doğrudan bir sonucu olabilir. Geçmişte sıklıkla aşırı basitleştirilmiş olan bu alanın daha ayrıntılı ve doğru bir şekilde anlaşılmasını sağlamak için, sözde “Türkmen beyliklerinin” kökenlerini ve erken tarihini yeniden incelemenin zamanı gelmiş olabilir.
Teşekkürler. Yararlı yorumlarından dolayı Amy Constable’a ve iki isimsiz incelemeciye minnettarım.
[1] Claude Cahen, “Notes pour l’histoire des Turcomans d’Asie Mineure au XIII siècle”, Journal Asiatique 239, 1951, 335–54.
[2] Cahen, “Notes”, 354.
[3] M.F. Köprülü, Les Origines de l’empire ottoman (Paris: E. de Boccard, 1935); M.F. Köprülü, Türk edebiyatında ilk mutasavvıflar (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 1976); M.F. Köprülü, Anadolu Selçukluları: Yerel Müslüman Kaynaklara Göre Tarih ve Kültürleri, çev. Gary Leiser (Salt Lake City: University of Utah Press, 1992); P. Wittek, Das Fürstentum Mentesche: Studie zur Geschichte Westkleinasiens im 13.–15. Jh (İstanbul: Universum Druckerei, 1934); P. Wittek, Osmanlı İmparatorluğunun Yükselişi: Türkiye Tarihi Üzerine Araştırmalar, 13.–15. Yüzyıllar, ed. Colin Heywood (Abingdon ve New York: Routledge, 2002). 1980’lerde Lindner tartışmayı yeniden canlandırdı ve kısa süre sonra diğer akademisyenler tarafından da takip edildi. Diğerlerinin yanı sıra, bkz. R.P. Lindner, Nomads and Ottomans in Medieval Anatolia (Uralic and Altaic Series 144. Bloomington: Research Institute for Inner Asian Studies, 1983); C. Kafadar, Between Two Worlds: The Construction of the Ottoman State (Berkeley: University of California Press, 1996); L.T. Darling, “Reformulating the Gazi narrative: When was the Ottoman state a Gazi state?”, Turcica 43, 2011, 13–53.
[4] Ibn Battuta, Kitab Riḥlat İbn Baṭuṭah: El-Musemmah Tuḥfat al-Neẓẓer Fī Ğera’ib al-Emṣar We-ʻeca’ib al-Esfa (Beirut: Dar’l-Iḥyā’ al-ʻUlûm, 1987), 296.
[5] Cahen, “Notes”, 352
[6] Mustafa Çetin Varlık, Germiyanoğulları Tarihi (Ankara: Sevinç Matbaası, 1974), 3–4.
[7] B. Flemming, Landschaftsgeschichte von Pamphylien, Pisidien und Lykien im Spätmittelalter (Geç Orta Çağ’da Pamfilya, Pisidia ve Likya’dan Genel Manzaralar Tarihi ), (Wiesbaden: F. Steiner, 1964), 78.
[8] C. F. Petry, The Cambridge History of Egypt, Vol. 1 (Cambridge; Cambridge University Press, 2008), 527; M. van Bruinessen, Agha, Shaikh, and State: The Social and Political Structures of Kurdistan (London and Atlantic Highlands, NJ: Zed Books, 1992), 161.
[9] C. Cahen, La Turquie pré-ottomane (Istanbul: Institut francais d’études anatoliennes d’Istanbul, 1988), 106.
[10] Fransız “Roma Ulusal”ı için bkz. L. Avezou, Raconter la France: Histoire d’une histoire (Armand Colin, 2013). Erken Cumhuriyet dönemi Türk milliyetçi tarih okulunun hedef ve amaçları pek çok bilim insanı tarafından uzun uzadıya tartışılmıştır. Bkz. Diğerleri arasında D. Gürpınar, “Anadolu’nun ebedi kaderi mühürlendi: Osmanlı İmparatorluğu’nun sonlarından Cumhuriyet dönemine Türk milliyetçisi tahayyülde Rum Selçukluları”, European Journal of Turkish Studies. Çağdaş Türkiye’de Sosyal Bilimler, 2 Mayıs 2012; E. Sönmez, “Unutulacak bir geçmiş mi? Erken Cumhuriyet Türkiye’sinde Osmanlı Tarihinin Yazılması”, British Journal of Middle Eastern Studies 48/4, 8 Ağustos 2021, 753–69. Ayrıca A. D. Beihammer’ın Bizans ve Müslüman-Türk Anadolu’nun Doğuşu, yaklaşık 1040–1130 (Birmingham Bizans ve Osmanlı Çalışmaları. Londra ve New York: Routledge, 2017) adlı eserinin girişine de bakınız. Karamanoğulları hakkında biraz farklı, ancak çok bilgilendirici bir örnek çalışma S.N. Yıldız, “Karamanoğlu Mehmed Bey: Ortaçağ Anadolu beyi mi, yoksa Kemalist dil reformcusu mu? Tarih, dil politikaları ve Karaman, Türkiye’de dil festivalinin kutlanması, 1961–2008”, J. Nielsen (ed.), Eski Osmanlı Alanında Din, Etnik Köken ve Tartışmalı Millet Olma (Leiden: Brill, 2012), 147–70.
[11] Bknz M. van Bruinessen, “The Kurds as objects and subjects of historiography: Turkish and Kurdish nation alists struggling over identity”, in Fabian Richter (ed.), Identität, Ethnizität und Nationalismus in Kurdistan. Festschrift zum 65. Geburtstag von Prof. Dr. Ferhad Ibrahim Seyder (Münster: Lit Verlag, 2016), 13–61.
[12] M. Ersan ve M. Şeker (eds), Uluslararası batı Anadolu Beylikleri tarih, kültür ve medeniyet sempozyumu: Germiyanoğulları Beyliği, 8–10 Mayıs 2014, Kütahya, Türkiye (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2017).
[13] A.C.S. Peacock ve S.N. Yıldız, The Seljuks of Anatolia: Court and Society in the Medieval Middle East (London and New York: I.B. Tauris, 2013); D. Korobeinikov, Byzantium and the Turks in the Thirteenth Century (Oxford: Oxford University Press, 2014); S. Mecit, The Rum Seljuqs: Evolution of a Dynasty (London and New York: Routledge, 2016); R. Shukurov, The Byzantine Turks 1204–1461 (Leiden and Boston: Brill, 2016); Beihammer, Byzantium and the Emergence of Muslim–Turkish Anatolia; A.C.S. Peacock, Islam, Literature and Society in Mongol Anatolia (Cambridge: Cambridge University Press, 2019).
[14] İbn Bibi, El-Awāmir al-’Alā’iyya, fi al-Umūr al-’Alā’iyya, ed. Jaleh Mottahedin (Tehran: Pizhūhishgāh-i ʻUlūm-i Insānī va Muṭālaʻāt-i Farhangī, 2011).
[15] İbn Bibi, Mukhtaṣar, Histoire des Seldjoucides d’Asie Mineure d’apres Ibn Bibi, ed. T. Houtsma (Leiden: Brill, 1902; reprint Tehran, 1971).
[16] S. Album, A Checklist of Islamic Coins (Santa Rosa, CA: S. Album, 2013); L. Kalus, Thesaurus d’Epigraphie Islamique (TEI), XI–XIIe livraisons, 2013, n. 2115 ‹http://www.epigraphie-islamique.org› [accessed 7 April 2022], 3794.
[17] İbn Bibi, Al-Awāmir al-‘Ala’iyye, 440; İbn Bibi, Mukhtaṣar, 308.
[18] Özellikle İbn Bibi, Les Turcs seldjoukides d’Anatolie du XIe au XIVe siècle: une anthologie des sources premières’dekitarışmalara bakınınz. Volume I, trans. H.W. Duda, M. Balivet, H. Lessan Pezechki and R. Mounier (Aix-en Provence: Presses universitaires de Provence, 2017), 276, n. 811.
[19] İbn Bibi, Al-Awāmir al-’Alā’iyya, 447.
[20] İbn Bibi, Mukhtaṣar, 309; 355.
[21] İbn Bibi, Al-Awāmir al-’Alā’iyya, 472.
[22] İbn Bibi, Al-Awāmir al-’Alā’iyya, 472.
[23] Bkz. diğerleri arasında, İbn Bibi, Al-Awāmir al-‘Alā’iyya, 590; İbn Şeddâd, Târîhu’l-Malik al-Zâhir,
ed. A. Hutait (Wiesbaden: Franz Steiner Verlag ve Druckerei de Lagna, 1983), 177; Ali Yazıcıoğlu, Tevârîh-i Âl-i Selçuk, ed. A. Bakır (İstanbul: Çamlıca Basım Yayın, 2017), 634.
[24] Al-ʿUmarī, al-Taʻrīf bi-al-muṣṭalaḥ al-sharīf, ed. M.H. Shams al-Din (Beirut: Dār al-kutub al-ʻilmīyah, 1988), 22, 23, 24.
[25] İbn Bibi, Al-Awāmir al-’Alā’iyya, 442; 447; 472; 598; Aksarayi, Musāmarat al-akhbār va musāyarat al-akhyār, ed. O. Turan (Tehran: Asāṭīr, 1983), 151.
[26] İbn Bibi, Al-Awāmir al-’Alā’iyya, 624.
[27] G. Pachymeres, Relations historiques, livres X–XIII, ed. A. Failler, trans. V. Laurent, Corpus Fontium Historiae Byzantinae, 24/1–2, 2 vols (Paris: Belles Lettres, 1984), livres X–XIII, ed. and trans. A. Failler, Corpus Fontium Historiae Byzantinae, 24/3–5, 3 vols (Paris: Institut Français d’Études Byzantines, 1999–2000), X: 25, 365; N. Gregoras, Byzantina Historia, ed. L. Schopen, Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae, 38–9, 2 cilt (Bonn: Weber, 1829–30), VII: I, 214. Bakınız aynı zamanda, Kantakouzenos, III: 12, 82. “Alishir the satrap of Kütahya”, (Ἀλησέρῃ τῷ Κοτυαείου σατράπῃ) ve Chalkokondyles, who often confuses Germiyanids and Karamanids (Καραμᾶνον τὸν Ἀλισούριον). L. Chalkokondyles, The Histories, ed. and trans. A. Kaldellis (Cambridge, MA: Harvard University Press, 2014), I: 168, 294.
[28] Pachymeres, Relations historiques, XI: 21, 463; Gregoras, Byzantina Historia, VII: I, 214.
[29]Yakub ve (olası) soyu hakkında bkz. R. Shukurov, “Yakuplar: Bizans hizmetindeki Türk soyu”,
trans. Ayşe Dietrinch, OTAM Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi 21, no. 21 (1 Nisan 2007), 241.
[30] Kalus, TEI, 3794.
[31] Kalus, TEI, 1116; 3406.
[32] Matthew of Edessa, Chronicle, trans. R. Bedrosian (Long Branch, NJ: Sources of the Armenian Tradition, 2017).
[33] Bkz E. Dulaurier, Bibliothèque historique arménienne, ou, choix des principaux historiens arméniens (Paris: A. Durand, 1858), 459; C. Defrémery, “Review of Récit de la première croisade, extrait de la chronique de Matthieu d’Edesse et traduit de l’arménien”, in l’Athenaeum Français: Journal universel de la littérature, de la science et des beaux arts, 1, 1852, 24–5; Cahen, “Notes”, 352. Varlık, Germiyanoğulları Tarihi,2.
[34] R. Thurin, ‘’’Wolves and sheep drank and grazed together’: a case study on the formation of the Anatolian Beyliks”, A.D. Beihammer and A. Nicolaou-Konnari (eds)’de: Crusading, Society, and Politics in the Eastern Mediterranean in the Age of King Peter I of Cyprus (Turnhout: Brepols, 2023), 418.
[35] H. Rix and M. Kümmel, LIV, Lexikon der indogermanischen Verben: die Wurzeln und ihre Primärstammbildungen (Wiesbaden: Reichert, 2001), 219–20.
[36] J. Blau, Dictionnaire kurde–français–anglais (Brussels: Centre pour l’Étude des Problèmes du Monde Musulman contemporain, 1965), 91
[37]Blau, Dictionnaire kurde, 259.
[38] B. James, “Le « territoire tribal des Kurdes » et l’aire iraqienne (xe–xiiie siècles): Esquisse des recomposi tions spatiales”, Revue des mondes musulmans et de la Méditerranée, 117–18, July 23 2007, 27.
[39] İbn al-Athir, Al-kāmil fī al-tārīkh, ed. M.Y. Daqqaq (Beirut: Dar al-Kotob al-Ilmiyah, 1998), X: 475.
[40] Ram’icho’, “Document inédit du XVe siècle, sur le couvent nestorien de Mar-Youhanan et d’Icho’Sahran et les Yézidis, écrit par le moine Ram’icho’ du couvent de Beith Abé”, trans. J. Tfinkdji, Revue de l’Orient chrétien 20, 1915–17, 188.
[41] Edessalı Matthew’in çalışması için bkz. T. L. Andrews, Mattʿēos Uṙhayecʿi and his Chronicle: History as Apocalypse in a Crossroads of Cultures (Leiden: Brill, 2016).
[42] Matthew of Edessa, Chronique de Matthieu d’Édesse [962–1136]. Continuée par Grégoire le prêtre [jusqu’en 1162.] [D’après trois manuscrits de la Bibliothèque impériale de Paris], tercüme. E. Dulaurier (Paris: A. Durand, 1858), 303.
[43] Matthew of Edessa, Chronique, 304.
[44] Matthew of Edessa, Chronique, 304.
[45] Kartlis Tskhovreba: Histoire de la Georgie, trans. M.F. Brosset (St Petersburg: Académie impériale des Sciences de Russie, 1849), 387.
[46] Kartlis Tskhovreba: Histoire de la Georgie, 414. Bir grup Gürcü akademisyen tarafından hazırlanan Georgian Chronicles‘ın en son İngilizce tercümesinde Germiyan Türkmenlerine yapılan bu iki referansın atlanması dikkat çekicidir. Ancak hem Brosset’in Fransızca çevirisi hem de metnin 1959 Gürcüce baskısı bunları içermektedir. Brosset’in çevirisi, yeni İngilizce çevirisi ve 1959 Gürcüce baskısı, orijinal metnin farklı el yazmalarına dayanmaktadır. Daha yeni olmasına rağmen, İngilizce çeviri kritik bir baskı değil, bu yüzden benim gibi Gürcüce okuyamayan kişiler onu Brosset’in Fransızca çevirisiyle birlikte kullanmalıdır. Gürcüce konuşan bir meslektaşım tarafından bana okunan 1959 Gürcü baskısında Germiyan Türkmenlerine ilişkin bu iki bahsin varlığını göz önünde bulundurarak, bu makalede Brosset’in okumasını benimsemeye karar verdim. Ancak bu sorunlar, metnin güvenilir bir eleştirel basımı ve daha sonra çevirisi yapılana kadar devam edecektir ve bu nedenle Gürcü Chronicles’ı incelerken dikkatli olunmalıdır. Bkz. Jones ve R. Metreveli (ed. ve çev.), Kartlis Tskhovreba: A History of Georgia (Tiflis: Artanuji Publishing, 2014). Gürcüce metin için bkz. S. Qauxčʻišvili, K’art’lis c’xovreba. T. 2 (Tiflis: Sabšot’a Sak’art’velo, 1959), II: 6; 38.
[47] Kartlis Tskhovreba: Histoire de la Georgie, 512.
[48] İbn Bibi, Al-Awāmir al-’Alā’iyya, 383.
[49] M. Thevenin, “Kurdish transhumance: pastoral practices in south-east Turkey”, Pastoralism: Research, Policy and Practice 1/1, December 2011, 1–24.
[50] İbn Battuta, Kitab Riḥlat İbn Baṭtuṭah, 296.
[51] P.G. Kreyenbroek, Yezidism: Its Background, Observances, and Textual Tradition (Lewiston: E. Mellen Press, 1995), 50. Ayrıca bkz, El-Zehebi, Tarikh al-İslam we-wefeyat al-meşahir we-al-eʻlām, ed. U. Tadmurī (Beirut: Dar al-Kitab al-ʻArabī, 1987), 457; 323.
[52] Kreyenbroek, Yezidism, 50.
[53] Kreyenbroek’ten naklen, Yezidism, 50.
[54] Cahen, “Notes”, 352.
[55] Varlık, Germiyanoğulları Tarihi, 4.
[56] Aksarayi, Musameret al-ekhbar, 151.
[57] Pachymeres, Relations historiques, 503.
[58] Özellikle Rum Türkmenleri hakkındaki bölümüne bakınız. Al-ʿUmarī, Masālik al-abṣār fī mamalik al-amṣār (Beyrut: Dār al-Kutub al-`Ilmiyah, 2010), 213.
[59] Muḥammad ibn ʻAlī Ibn Shaddād, Description de la Syrie du nord, terc. A.-M. Eddé (Damascus: Institut français de Damas, 1984), 67. Bölgedeki Arap yerleşimleri hakkında bkz. A. Ter-Ghevondyan, The Arab Emirates in Bagratid Armenia (Lisbon: Calouste Gulbenkian Foundation, 1976), 32.
[60] Al-ʿUmarī, Mesalik al-ebṣar, III: 203.
[61] G.Ö. Bezer, “Harput’ta bir Türkmen beyliği Çubukoğulları”, Belleten 61, no. 230, 1997, 67–92.
[62] C. Cahen, “Seldjukides, Turcomans et Allemands au temps de la Troisième Croisade”, Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes 56, 1960, 23.
[63] B. Açıkyıldız’dan aktarma, The Yezidis: The History of a Community, Culture and Religion (London: I.B. Tauris, 2010), 37.
[64] Al-ʿUmarī, Masalik al-ebṣar, III: 203.
[65] Ram’icho’, “Document inédit du XVe siècle”, 196.
[66] Sharaf Khān Bidlīsī, Şerefnameh, tarikh-i mufessal-i Kurdistan, ed. M. ʿAbbasi and V. Vladimirovich Velʹiaminov-Zernov (Tehran: Asāṭīr, 1999), 14.
[67] Ram’icho’, (trans. J. Tfinkdji), “Document inédit du XVe siècle”, 152.
[68] İbn Bibi, Al-Awāmir al-’Alā’iyya, 441.
[69] Bkz. Simon de St Quentin, Historia Tartarorum, ed. J. Richard (Paris: P. Geuthner, 1965), 65. Tandem audientes quod Paparoissole tali modo et cum tam paucis quasi cepisset victoriam de Turcis obtinere, animati quamplurimum ex debilitate Turcorum, anno sequenti Turquiam integre invasere. Benzer bir argüman, isyanın Selçuklu ordularını tükettiğini iddia eden isimsiz Selçuklu tarihçisi tarafından da ileri sürülmüştür ve bu da Baiju’nun Rum ordularının zayıf olduğu sonucuna varmasına yol açmıştır: Bājū bā Jūmīkhān guft, lashkar-i Rūmrā ghūvat nīst. Anonim Tarihçi, Tārīkh-i Âl-i Saljuq dar Âṭūlī, ed. N. Jalali (Tahran: Persian E Books Miras Maktoob, 1999), 58.
[70] Bibi, Al-Awāmir al-‘Alā’iyya, 442.
[71] Bibi, Al-Awāmir al-‘Alā’iyya, 472.
[72] Thurin, “Wolves and sheep”, 438; İbn Bibi, Al-Awāmir al-’Alā’iyya, 598.
[73] İbn Bibi, Al-Awāmir al-’Alā’iyya, 537.
[74] Bar Hebraeus, The Chronography, Translated by W. Budge, The Chronography of Bar Hebraeus (Piscataway: Gorgias Press, 2003), 425.
[75] Bar Hebraeus, The Chronography, 425; Ram’icho’, “Document inédit du XVe siècle”, 191. Bar Hebraeus’un metninin Süryanice versiyonu, genellikle Arap göçebeleri tanımlamak için kullanılan, ancak bazen göçebeler için genel bir terim olarak kullanılan belirsiz bir terim olan Me’daye, “Medler”e atıfta bulunur. Ancak metnin kısaltılmış Arapça versiyonu, Me’dayelerin Arap (‘eskeran min al-Akrād wa al-Turkman wa al-‘Arab) olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
[76] Bar Hebraeus, Gregorii Barhebraei Chronicon Ecclesiasticum: The Ecclesiastical Chronicle of Barhebraeus, ed. T.J. Lamy, tr. J.B. Abbeloos, 1872, 725–6; Bar Hebraeus, The Chronography, 425; Ram’icho’, “Document inédit du XVe siècle”, 191.
[77] Süryanice metin Keykavus’un Hıṣn Ziyad’ı Şerefeddin Muhammed’e verdiğini iddia ederken, kısaltılmış Arapça versiyon Arapça’da Kharput veya Khartabirt’e gönderme yapıyor. Bu iki isim sıklıkla aynı yer için birbirinin yerine kullanılır. Bkz. Bar Hebraeus, The Chronography, 425; Bar Hebraeus, Tarikh mukhteṣer al-duwal, 233.
[78] Bar Hebraeus onu “Şeyh Adi’nin [II] oğlu” olarak tanıtır; dolayısıyla Şerefeddin Muhammed’in al-Hasan’ın oğlu değil, erkek kardeşi olduğunu ima eder. Ancak Yezidilik alimleri tarafından geleneksel olarak daha güvenilir kabul edilen Zehebi’nin biyografik sözlüğü, Şerefeddin Muhammed’in al-Hasan’ın oğlu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bkz. Bar Hebraeus, The Chronography, 425; Bar Hebraeus, Tarikh mukhtaṣar al-duwal, 233; Al-Zehebi, Tarikh al Islam, 457: 323. Ayrıca bkz. Kreyenbroek, Yezidism,33–4; Açıkyıldız, Yezidiler, 43.
[79] Bkz. C. Allison, “YAZIDIS i. GENERAL”, Encyclopædia Iranica, online edition, 2004, available at http://www. iranicaonline.org/articles/yazidis-i-general-1 (accessed 2 April 2022).
[80] Bar Hebraeus, Chronicon Ecclesiasticum, 525–6.
[81] J.S. Guest, Survival among the Kurds: A History of the Yezidis (London and New York: Kegan Paul International; Distributed by Routledge, Chapman & Hall, 1993), 22.
[82] A.C.S. Peacock, “From the Balkhān-Kūhīyān to the Nāwakīya: nomadic politics and the foundations of Seljūq rule in Anatolia”, ve J. Paul, Nomad Aristocrats in a World of Empires (Wiesbaden: Dr. Ludwig Reichert Verlag, 2013), 55–81’deki tartışmalara bakınız.
[83] Bar Hebraeus, Chronicon ecclesiasticum, 525–6
[84] İbn Bibi, Al-Awāmir al-’Alā’iyya, 555.
[85] Örneğin bkz, Şikari, Karamanname, ed. M. Sözen ve N. Sakaoğlu (Karaman: Karaman Valiliği, 2005), 104.
[86] Korobeinikov, Byzantium and the Turks, 255.
Bu makaleden alıntı yapın: Thurin, Romain. 2024. “The secret history of Germiyan, or a reassessment of the debates on the origins of the Germiyanids”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies 87, 229–248. https://doi.org/10.1017/S0041977X24000223

Leave a comment