Murad Ali Ciwan
(K24 İNTERNET SİTESİNE SUNULAN DEĞERLENDİRMENİN TAM METNİ: 28 Mayıs 2018’de Kürdistan 24 TV İnternet sayfasının Türkçe bölümü çalışanlarından gazeteci M. Ali Erdoğan’ın Irak seçimlerinin muhtemel sonuçları, bu çerçevede Kürdistan-ABD ilişkilerinin geçmişi ve geleceği konusunda bana ilettiği değerlendirme ve sorulara toplu olarak verdiğim yazılı cevaplar.)
Irak parlamentosu için 12 Mayıs 2018’de yapılan seçimler, ülkenin siyasi haritasının parçalı yapısını daha da belirginleştirdi. Kendi içlerinde de ittifak manzumeleri olan blokların en güçlü çıkanları bile hükümet kurmak için gerekli çoğunluğun ancak üçte birini alabildiler.
Seçimlerden birinci çıkan Sadr’ın liderliğindeki Sairun ittifakı 54 kürsü elde etti. Hükümet kurabilmek için en az 165 parlamenter gerekiyor. İran güdümündeki Haşdi Şaabi’nin siyasi arenaya musallat olanlarından oluşan Fetih koalisyonu ikinci, adını İŞİD’e ve Kürtlere karşı kazandığı zaferlerden alan ve ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonca arkalanan Haydar Abadi’nin Zafer İttifakı üçüncü oldu. İran hanesine sayılan Nuri Maliki’nin Kanun Devleti ittifakı dördüncü sıraya düştü.
Fetih Koalisyonuyla beraber düşünüldüğünde, İran’ın Bağdat üzerindeki koyu gölgesi yerli yerinde… Buna bütün Şiilerdeki değişken İran hoşgörüsü de eklenmelidir.
Irak’ın geleceğinin olumluya evrilmesinde katkıları var sayılan Amar El Hakim’in ulusal koalisyonu oldukça gerilerde kaldı.
Sünniler daha fazla ufalarak gerilediler
Kürdistan’lı siyasal parti ve ittifaklar toplam 58 (parlamentonun %17,6’sı) sandalye elde ettiler. KDP’yi, YNK’nin tüm parçalarını, Gorran’ı, İslami partileri, Berhem Salih’in başını çektiği hareketi, KCK ittifakını vs. içeriyor. Yezidilerin önemli bir bölümü, bir kısım Türkmenler ve Ninova ovasının Hıristiyanları var aralarında. Renkli bir oluşum, ama maalesef bütünlük sağlaması kuşkulu, yarıya yakını istikrarsız, hatta karşı taraflarda yer alacak unsurlar var.
Seçimler, Irak halklarının siyasi sürece ilgi duymadığını, gelecek konusunda seçimlere, günün siyasal liderlerine güvenmediğini ve onlara ilişkin bir umudun içinde olmadığını gösteriyor. Seçime katılma oranı %44,5 oldu.
Kürdistan buna dâhil. Sadece Duhok’ta %50’yi aşan bir katılım oldu. Ulusal uyanışın ve kültürel yaşamın merkezi sayılan Süleymaniye ile Halepçe’de iddiaların aksine geçmişte bağımsızlık referandumunda da yüzde 49 gibi düşük bir katılım oldu. Duhok ve Hevlêr’de de katılımın düşüklüğü kabul edilmelidir.
Tabi, Irak parlamentosu seçimleri… Referandumda Kürdistan halkı çok dinamik bir katılım gösterdi. İlgisizlik, onların federal karar organlarına ve bir bütün olarak Bağdat rejimine güvensizliklerinin işareti olarak da algılanmalıdır. Ama gene de Kürdistanlı liderler 30 Eylül Kürdistan seçimlerinde düşük katılım trendine karşı duyarlı olmalı. Özellikle Süleymaniye ve Halepçe gibi düşük katılım yerleri için özel önlemler alınmalı.
Süleymaniye ve diğer düşük katılımlı yerlerde siyasal parçalanmışlığa, ihanetin yarattığı tahribata rağmen KDP’nin 1 parlamenter çıkarması, buna karşın bağımsızlık karşıtı kimi bağımsız adayların 70 bini aşan oylarla seçilmeleri de oldukça ilginçtir. Seçimleri aşan boyutta değerlendirme ve önlemleri gerektiriyor.
Kürtler açısından seçim sonuçlarının önemli yanlarından biri Irak çapında hiçbir blokun çoğunluğa üçte bir oranında bile yetişmemiş olması ise, diğeri de Kürdistani platformda KDP’nin 28 sandalye kazanmış olmasıdır. 16 Ekim ihanetinin ve uluslararası komplonun açtığı ağır yaradan bu yana seçim sonuçları KDP liderliğine ve bağımsızlıkçı Kürt hareketine moral verdi, canlılık getirdi. Nitekim KDP başkanı Mesud Barzani’nin yaptığı değerlendirme seçimlerin ona ve partisine nasıl yeni bir enerji ve güç verdiğini, özgüven artışı sağladığını gösteriyor. Artık Kürdistan siyasi platformunun tartışılmaz önde gideni olarak KDP diğer Kürtlerle birlikte Bağdat’ta hükümet kurma görüşmelerine başladı bile.
Tabi Irak’ın siyasi biçimlenmesinde yakın geleceği tahmin edebilmek için esas olarak dış güçlerin bir kader çizdiği gerçeğini görmek gerekiyor.
ABD’nin dizayn ve uygulamalarda her zaman işin içinde olduğu bilinen bir şey. Yanında uluslararası koalisyon var. Koalisyon bazı bakımlardan; örneğin İŞİD konusunda, ABD’ye güç verirken İran’a karşı izlenecek politikalar konusunda da frenleyici oluyor.
Koalisyonun içinde İngiltere ABD gölgesinde durmayı tercih eden varlığıyla pek görülmüyor ama ikinci büyük uluslararası güç. Hatta ABD’ye akıl veren, siyasi denklemlerin ince ayarlarını yapan, bazen de onu peşinde sürükleyen bir güç. İngiltere daha 2003’te Saddam devrilirken ABD’yle omuz omuzaydı.
Tony Blair, gerçi ABD’nin kimyasal silahların varlığı konusunda kendisini yanılttığı için ordusunu Irak’a gönderdiğini söylemekten zevk alıyor ama işin esası Irak enerji kaynaklarını kontrol etmek için İngiltere savaşa girdi ve gidip Irak’ın Şii bölgesinde petrol ve gaz denizinin üzerine oturdu.
Kürdistan’a karşı girişilen 16 Ekim komplosunun da esas planlayıcısı olarak perde arkasında İngiltere görünüyor. Bunun Kürdistan-Rusya arasında imzalanan büyük enerji anlaşmasından az sonra hızlı bir biçimde yürürlüğe konduğu anlaşılıyor.
Rusya’yla yapılan anlaşmalardan önce de ABD, İran ve Bağdat yönetimi bağımsızlık referandumuna karşıydılar. Ama danışma niteliğinde bir referandum hiç bir panik yaratmıyor, kimse aşırı saldırganlaşmıyor, Bağdat yönetimi bile, ‘’biz tanımayız, ama gidin yapın, sonra gene gelip bizlerle görüşmelere oturacaksınız’ diyor, saldırgan bir pozisyon almıyordu.
ABD, başından beri Kürdistan’ı İran’a, İran yanlışı Şii güçlere karşı, ülkenin federal bütünlüğü çerçevesinde halklara eşit yaşam koşulları sunan seküler demokratik geleceğin garantisi olarak gördü, ayrılmasına hep karşı durdu. Ancak Kürdistan’a saldırıya izin vereceğine dair bir belirti yoktu tutumunda.
Hele Türkiye, bir yıl önce referandumu Irak’ın bir iç meselesi olarak görüyordu.
Birkaç ay içinde bu ülkelerin tavrı değişti, aşırı düşmanca bir saldırganlığa dönüştü. Bunun Rusya ile anlaşmalardan sonraya rastlaması ve İngiliz başbakanının, dışişleri bakan ve yetkililerinin ABD, İran, Türkiye ve Irak arasında yoğun bir mekik dokumasına eklemlenmesi dikkate şayandır.
Irak’a ilişkin değerlendirmelerde Suudi Arabistan’ı, Mısır’ı, müttefiklerini, belki bunlardan önce İsrail’in İran yayılmacılığı karşısında duyduğu derin endişeyi hesaba katmak gerekiyor.
Türkiye devlet sisteminin en azından yarısı, İran’ın Kürt ve ABD düşmanı dış politikasının etkinlik alanında seyrediyor. İran yanlısı politikalar sıvazlanıyor. Türkiye’nin rasyonel çıkarlarına ve tarihsel duruşuna rağmen AKP hükümeti devletin dış politika iplerini onların eline bıraktı. Orta Doğu politikasında Türkiye, Kürtleri ve bunun doğal sonucu olarak kendi rasyonel varlığını sarsan bir rüzgâra yelken açmış durumda.
ABD İran’la imzalanan nükleer anlaşmayı bozdu, yeniden yaptırımlara başladı. Ama bu alanda yalnız kalınca, kalıcı bir politikanın dirilmesi zor görünüyor. BM güvenlik konseyi dışındaki üyeler, AB, İngiltere, diğer ülkeler, hatta ABD’nin yarısından fazlası (Demokratlar, bir kısım Cumhuriyetçiler) Trump’ın kararını yararlı bulmuyorlar. O nedenle tecrit politikasının ömrü Trump yönetiminin ömründen uzun olamayacak, 3 yıl sonra o gittiğinde gündemden düşecek gibi.
Ancak İran’ın hegemonyacı politikasına dur deme, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen ve daha başka yerlerden onu kendi sınırlarına doğru itme, hem bölgede hem de uluslararası alanda karşılığı olan bir politikadır.
Seçim sonrası Irak hükümetinde İran’ı ve işbirlikçilerini merkezi iktidar odağından uzak tutmayı esas alan bir girişim, bölgede ve uluslararası düzeyde destek bulur. Özellikle İŞİD’in beli kırılmışken.
Bu açıdan baktığımızda Sadr koalisyonu, Abadi’inin Nasır ittifakı, Sünni Arap blokları ve birliğini inşa edebilirse seçimlerin birincisi haline gelebilecek Kürdistan ittifakı, seçim sonrası hükümeti inşa edecek en güçlü potansiyeller olarak çıkıyorlar ortaya. El Hakim’in Ulusal ittifakı da rahatlıkla bu oluşuma dahil edilebilir.
Yani ABD’nin göreceli İran etkisi dışında bir yönetimi Bağdat’ta iş başına getirme olanakları var. Böyle bir hükümetin farklı etnik, dini ve mezhebi oluşumları etrafında toparlayabilmesinin, barışı, adil bölüşümü, özgürlüğü ve laik bir demokrasiyi yerleştirmesinin en büyük güvencesi Kürdistan ittifakı olur.
ABD, uluslararası koalisyon, hatta İngiltere bile güçlü bir Kürdistan’ı federal Irak için biçtikleri vizyona tam uygun buluyorlar. Rusya’yla Kürdistan arasında imzalanan anlaşmalar henüz baş ağrıtmalara devam edebilir, ama Kürdistan yönetimi akıllı, çok yönlü, esnek ve dengeli bir politikayla bunu Irak içindeki varlığını güçlendirme yolunda bir koz olarak da kullanabilir. Rusya ile imzalanan enerji anlaşmaları çok önemlidir, özellikle uğradığı komplodan sonra. Tabii, Kürdistanlıların ABD ve batı ile stratejik kader ortaklığını unutmadan Rusya’yı, hatta komşu İran’ı da gözden kaçırmaması gerekir.
Aslında daha önce, 16 Ekim komplosu sırasında da katılan uluslararası güçler, ABD, hatta bir yere kadar İngiltere bile, Kürdistan’ı bu denli çökertmeyi değil, onu Bağdat’a ortak tutarak Irak’ın bütünlüğünü korumayı hedefliyorlardı. Fakat iç ihanet, Kürdistan devletinin, iktidar odaklarının ve federe devlet sisteminin esnek ve dinamik davranmayı önleyen yapıları, büyük çatırdamalara yol açtı, ihanetçilere ve Bağdat’la komşu müttefiklerine hiç ummadıkları bir fırsat verdi. Kürdistan’ın yüzde 50’ye yakını tekrar işgale uğradı, diğer yarısı da ipotek altına girdi. Deyim yerindeyse, ABD ve müttefikleri kafesten uçan kuşu yakalayıp geri kafese koymak istiyorlardı. Fakat hiç ummadıkları bir biçimde kuş ellerinde can verdi. Bu kadarını beklemiyorlardı. Bu nedenle şimdi üstüne basa basa Irak federal birliğinin içinde birleşik ve güçlü bir Kürdistan vurgusu yapıyorlar.
McGurk’un seçim sonrasında bütün Kürt gruplarını ziyaret etmesi, tümünü anlaştırarak merkezi hükümete ortak etmeyi amaçlıyor. Ama her partinin içindeki bütün kanatlarla, hatta ihanetçilerle görüşmesi de Kürdistan’ın ne kadar bölündüğünü ve ulusal çapta bir temsiliyeti tek bir odakta sağlamaya ne denli acil ihtiyacı olduğunu gösteriyor.
Derin parçalanmışlığa son verme başka güçlerden umulamaz, Kürdistanlıların bizzat kendileri bir an önce başarmak zorundalar. En birleşik, dinamik, ulusal hassasiyetle dolup taşmış KDP’de bile dışarıdan gelen her askeri, diplomatik ya da siyasi heyet iki, üç, hatta dört odakla görüşme durumunda kalıyor. Dünya bunu görüyor. Kürtlerin de bir an önce bu büyük zaafı görerek ortadan kaldırmaları gerekiyor.
Bütün iyimserliğe rağmen, kurulacak hükümet kimlerden oluşursa oluşsun, programında ne olursa olsun, büyük umutlar vaat etmiyor. Ama Kürdistan’daki kötü gidişatın önü kesilebilir, can alıcı acil ihtiyaçlara çözüm yaratılabilir.
İran’ın Irak’ın siyaset merkezinden uzaklaşması Kürdistan ulusal çıkarlarıyla uyumludur. Yeniden işgal altına giren bölgelerin geleceği konusunda Kürdistanlılar bir şey yapabilirler mi? Çok önemli, ama çok zor. Her şeye rağmen Kürtler meseleyi sıcak tutmaktan vaz geçemezler. Bu alanda bir çözüm gelecekse, bağımsızlık referandumunun pratik kazanımları görünmeyen bir geleceğe de ertelenebilir. Irak’ın enerji kaynaklarının üretim, pazarlama ve tüketim süreçlerinde söz, hatta veto düzeyinde söz sahibi olmaktan asla vaz geçilemez. Bu nedenle cumhurbaşkanlığı makamı dahil, icraatçı bir partner olarak Bağdat yönetimine ortak olmak son derece önemli.
Kürtler artık dış dünyaya daha duyarlı olmak ve en yakın müttefiklerinin Irak konusundaki hassasiyetlerini ciddiye almak zorundadırlar. Bazı duruşlara ikna olmasalar, yanlış bulsalar da sabırlı ve esnek olmalı, kazanımların zamana yayılabileceği gerçeğini göz ardı etmemelidirler.
Romantik aşk ve sevgiler yok, devletlerin rasyonel çıkarları var. Kürdistan’ın bunu uygulaması dışında bir alternatifi yok. İsrail, bütün ulusal ve uluslararası gücüne rağmen yetmiş beş yılı aşkın bir zamandır devletleşmesini tamamlamış değil. Kürdistan için süreç kat kat zordur, onunla uyumluluk başarının sırı.
Kurdistan 24 TV sitesinde yayınlanan versiyonun linki:
http://www.kurdistan24.net/tr/news/a1a97474-9c2e-4f68-ad64-68aed0938aae
Leave a Reply