»Kürt Çağı»

Son yıllarda, en çok değinilen konuların başında çağımızın niteliğine ilişkin saptamalar geliyor. Özellikle 1990’lı yıllara girdiğimizden bu yana, saptamalar, ikibinli yıllara yapılan göndermelerle birleştirilerek sunuluyor.

Gerçekte zamansal özellikleri bakımından iki binli yıllar bin dokuz yüzlü yıllardan pek farklı olmamalarına ve onların doğal ardılları olmalarına rağmen, sanki her şeyleriyle bambaşka özellikler göstereceklermiş, bir bitişi noktalayacak yepyeni bir başlangıcı simgeleyeceklermş gibi geliyorlar. Iki binli yıllar denince ister istemez insanda umut ve coşku dolu anlaşılmaz gizzemli bir duygu boy veriyor.

Arasıra düşünürüm; ikibinli yıllar duygusunu böylesine başkalaştıran, böylesine gizzemli kılan nedir diye. Başkaları, kafalarında bu konuda oluşan sorulara nasıl yanıtlar buluyorlar bilemiyorum. Doğrusu bilmek için çok ısrarlı bir çabanın içinde olduğumu da iddia edemem. Ama kendi sezgi ve bulgularımla kendimce görebildiğim bir takım nedenler var. O nedenler, aslında bin dokuz yüzlü yılların son çeyreğinde boy verdiler. Bugünkü yaşamı hızla değiştirip dönüştürüyorlar, ama devasa güçlerinin toplumlarda yaratacağı asıl muzzam ve baş döndürücü dönüşümler, görülüyor ki iki binli yıllara sarkacak. Insanlık olgun meyveleri aslında iki binli yıllarda toplayacak. Işte, iki binli yılları ağzımıza alırken duyguları taşıran gizzem ve coşku bu nedenle.

Nelerden bahsetmeye çalıştığımı anlamış olmalısınız. Haklısınız, bilimsel ve teknik alanda meydana gelen devrimci dönüşümleri kastediyorum. Elektronik sanayiinde ve bilgisayar dünyasında yaratılanlar, bunların ayrıca bilim ve yaşamın diğer alanlarına getirdikleri, özellikle genetiğin geldiği nokta… Doğrusu bilgisayar dünyasıyla genetiğin olağanüstü genişleyen sınırlarını, daha doğrusu sınırsızlığını daha şimdiden görmek büyük bir heyecen kaynağı. Bu, üretici güçlerin ne denli ileri bir düzeye sıçradıklarının, bilim ve üretici güç yakınlaşmasının, içiçeliğinin ne denli gerçekleştiğinin de göstergesi. Bilimin ve üretici güçlerin gelinen düzeyi, toplumsal yaşamı, üretim, paylaşım ve kültürel ilişkileri de baştan başa yeniliyor. Bugüne kadar bir türlü mümkün olamayan ya da çok yavaş ve cılız oluşan ilişkilere, varlık, hız ya da olgunluk kazandırıyor. Dünyamızın çok küçülmüş olmasını ya da yaşamın lokallikten, yalıtlanmışlıktan ya da tek düzelikten kurtularak globalleşmesini, ben böyle anlıyorum. Daha bir kaç yıl öncesine kadar varolan kamplaşmanın hızlı çöküşünü, dünyanın ister beğenelim ister beğenmeyelim bambaşka bir çehreye bürünmesini (büyük toplumsal depremlerin duralmasının ardından yer yer sarsıntı, çöküntü ve yükseltilerin oluşmasını, sürecin istikrar kazanmamışlığının göstergeleri olarak anlamak lazım) böyle anlıyorum. Devletler, uluslar, yerel topluluklar ve bireyler arasında yeni ekonomik, sosyal siyasal ve kültürel ilişkiler yayılıyor, ideolojilerin, toplumsal ve siyasal kavramların içerikleri değişiyor. Düşünce tarzları, perspektifler, umut ve hayaller değişiyor.

Evet, kiminin uzay çağı, kiminin bilimsel teknolojik devrim, kiminin iletişim, kiminin de bilgi çağı dediği ve hepsinden doğruluk payı alan bir çağdan, günümüzde başlayan, ama asıl olarak iki binli yıllara sarkarken şahlanacak olan bir çağdan bahsetmeye çalışıyorum.Ve »Kürt Çağı» derken, kapımızı çalıp içeriye girmeye başlamış olan bu çağı kastediyorum.

»Kürt Çağı»!?

Şaşırmakta, belki de alay etmekte haklısınız. Parçalanmışlıkları, ezilmişlikleri, haklardan yoksun ve yoksullukları, geri kalmışlıkları, bilgisizlikeri kısaca sefillikleriyle Kürtler nerede, o devrimlere son veren muazzam devrimci dönüşümleri, sonsuz derinlik ve zenginliğiyle »bilgi çağı» nerede. Biliyorum »deli saçmalığına bak, behey adam eğil önce sürünen Kürdüne, sonra da baçını göklere doğru kaldır da çağına bak» diyeceksiniz. Haklısınız.
Ama sabır ve tahamülünüze sığınarak maksadımı açıklamak istiyorum.

Kişisel kanımca, hiç olmazsa Kürtler adına ulusal talep ve özlemlerle ortaya çıkan Ahmed&eric Xan&cric’den bu yana geçen üç yüz yıl boyunca varolagelen çağlar, üretici güç ve üretim ilişkilerindeki düzey ve biçimleri; dolayısıyla biçimlendirdikleri butün sosyal, siyasal ve diğer düzenleri, devletler, topluluklar ve bireyler arası ilişkileriyle Kürt ulusal kimliğinin serbestçe ortaya çıkıp özgürce gelişmesini dıştalayan ilişkilerin çağları olmuşlardır.

Tarihe baktığımızda kimi uluslar çağın gereklerine uygun mücadeleler vererek ulusal egemen topluluk haline gelirlerken, Kürtler aynı dönemlerde benzer mücadelelere girmelerine rağmen başarılı olamamışlar, adeta, çağlar, Kürtlerin mücadelelerini, sanki vücuda uyum sağlamayan bir organizma gibi redetmişlerdir.

Ulusal devlet olgusunun boyverdiği tarihlerden bu yana çağlara bir göz atalım. Kimi uluslar, bir feodal beyin; etrafındaki kendi etnik kökeninden diğer beyleri altederek, onları kendisine bağlayarak, ya da bir dış düşmana karşı onları kendi etrafında birleştirerek oluşturduğu sınırlar içinde kurduğu ulusal devletlerle, kimileri de beylerin dış tehlikeye ya da iç yetmezliklere karşı kendi iradeleriyle anlaşarak oluşturdukları bir tür federal, merkezi yapıdan uzak ama ulusal birliği gerçekleştiren devlet niteliğindeki birlikler etrafında biçimlenmişlerdir. Osmanlı ve Iran imparatorlukları arasında sıkışıp kalan, her iki imparatorluğa da serhat boyları olan Kürdistan`da ise Kürt beylerinin Osmanlı ve Iran imparatorluklarıyla varolan anlaşmaları ve diğer siyasal, sosyal ve diplomatik ilişkileri, hem bir Kürt beyinin diğer Kürt beylerini yenerek bütün Kürt topraklarını egemenliği altına almasına, hem de beylerin serbest iradeleriyle kendi aralarında anlaşarak bir tür adem-i merkezi ulusal bir devlet kurmalarına olanak vermemiştir.

Ardından 20. yüzyılın yarattığı ilişkilerin ortaya çıkardığı ulusal devlet kurma dönemi gelmiştir. Bu, çok bildiğimiz »klasik yol»la kazanılmıştır. Asya, Afrika ve Latin Amerika ulusları sömürgecileri ve işgalcileri ülkelerinden kovmak için silaha sarılmışlar, once gerilla mücadeleleriyle ardından silahlı mücadeleyi ordulaşma düzeyine yükselterek ve bu mücadeleyi diğer pekçok mücadele yöntemleriyle birleştirerek, adım adım, parça parça topraklarını kurtarmışlar, sonunda ülkenin tümünü işgalcilerden temizleyerek özgür topraklar üzerinde bağımsız ulusal devletlerini kurmuşlardır. Bunlar, düşmana karşı mücadele süreci boyunca hem ulusu birleştirebilme hem de ulusal mücadelelerine her türlü uluslararası maddi ve manevi destek ve dayanışma olanakları elde etmişlerdir.

Kürtler de 20. yüzyılın başından beri »klasik ulusal mücadele»nin silahlı savaşım ve adım adım toprak kurtarma yöntemleriyle, işgalcilerden kurtulmak, veulusal egemenliklerine kavuşmak istiyorlar. Fakat 20. yüzyılın Orta Doğu’da, özellikle de Kürt toplumunun etrafında yarattığı uluslararası ve uluslariçi ilişkiler sistemi, sözkonusu mücadeleleri hep dıştalamış, yarı yolda çökertmiştir. Varolan ilişkiler sistemi, Kürt hareketinin peşmerge ya da gerilla ilişkilerinden daha üst bir düzeye sıçramasına hiçbir zaman olanak vermemiştir. Kürt ulusal mücadelesi, hep silahlı kalkışmanın ilk aşamasında başarılı olmuş, ama ordulaşmaya, toprak kurtarmaya eğilim gösterir göstermez, sanki yaptıklarıyla kendi mezarını kazıyormuş gibi bozgun ve yenilgiye yüz tutan ya da kısır döngüde bocalayıp duran bir duruma düşmüştür. Son iki yüz yılın hemen hemen bütün Kürt direnme ya da ayaklanmaları benzer seyri izlemişlerdir.

Kısacası 20. yüz yıl ulusal hareketlerinin hemen hemen tümünün izledikleri »klasik mücadele yöntemleri»ne Kürtler de başvurmalarına rağmen, bu yüzyılın Kürt özgülünde yarattığı ilişkiler biçimi, onlarca verilen mıcadeleyi dıştalamış ve her seferinde de hezimete uğratmıştır. Şimdi, insanlık, 20. yüz yılın ilk üç çeyreğine damgasını vuran ilişkiler sisteminden çıkarak, ağırlığıyla iki binli yıllara sarkacak olan yeni bir çağda ilerlemeye başlamış bulunmaktadır. Yakın geçmişte tanığı olduğumuz kamplaşmanın ortadan kalktığı, kimilerince dünyamızın bütünleştiği, belki de bir biçimdepolarize olduğu, ama gerçekten çok küçüldüğü ilişkilerin yöresellikten, yalıtlanmışlıktan ve tek düzelikten globalleşmeye doğru yükseldiği, uluslariçi ve uluslararası yeni ilişkilerin yaşama geçmeye başladığı bilgi ve iletişim çağına giriyoruz.

Yani bir çağ ve bu çağın adım adım örüp geliştirdiği yepyeni ilişkiler sistemi. Bana öyle geliyor ki tarihte, en azından son üç yüz yıllık tarihte, ilk kez bir çağın yarattığı global, yöresel, ulusal ve bireylerarası ilişkler, topluluk olarak Kürtlerin objektif konum ve gereksinimleriyle bu denl uyum gösteriyor. Ilk defa Kürtler gereksinimlerine göturecek mücadele yöntemlerini benimsediklerinde çağ bunu dıştalamayacak, belki de bir manivella gibi tutup yukarıya kaldıracak.

Işte bu nedenle bilgi ve iletişim çağı, bende »Kürt Çağı» gibi bir çağrışım uyandırdı. Bunun abartılı bir çağrışım olduğunda haklı olabilirsiniz. Ama umarım ki hiç olmazsa, Kürtlerin de bu dünyada varolduğunu gören bir çağ olduğu gibi bir yargıyı paylaşırsınız.

Işin tersliğine bakın ki bu sefer de Kürtler, bütün yenilgi ve kısır döngülerine rağmen, hala geçmişte kalmaya başlayan çağa uygun »klasik mücadele yöntemleri»nde ısrar ediyorlar. Hala gerilla ya da peşmerge mücadelesini ordulaşma düzeyine yükselterek adım adım toprak kurtarma ve bütün ülkeyi işgalcilerden temizleyerek birleştirme ve ulusal bağımsız bir devlet kurma stratejisini izliyorlar… Nedense düşünmüyorlar: iki yüz yıl boyunca bu mücadele biçimleriyle vuruşa vuruşa geldiler, her seferinde de yenilgi zehirini tattılar. Günümüzde de boğucu kısır bir döngünün içindeler. Yani bir türlü kendilerine uymayan bir mücadele yöntemiyle karşı karşıyalar… Şimdi bu yöntemler çağımıza da denk düşmüyor. Ama nedense vazgeçmek bir türlü akıllarından geçmiyor.

Artık şapkamızı çıkarıp ciddi ciddi düşünmenin zamanı geldi geçti bile. Bu gidişat bize aydınlık yolu göstermiyor. Buna karşın insanlık, belki de tarihte ilk kez bize aydınlık yolu gösterecek bir gidişatı sunan bir çağa adımını atmış bulunuyor.

Çağın başlangıcındayız. Olabilir ki Kürtlerin yaşadığı yöre henüz bu çağa adımını atamadı. Ama çağın ard arda gelen dalgalarının estirdiği serin yeller bizim de yanaklarımızı sıyırıyor. Biz de ha bu çağa girdik ha gireceğiz. Bize düşen belki de en önemli görev, çağın eşiğinden bilerek, düşünerek, farkında olarak adımımızı atmaktır. Çağla uyum sağlayan mücadele ve yaşam biçimini bilinçli seçmektir.

Gelecek yazıda bu konuda düşündüklerimi kağıda dökmeye çalışacağım. Kalın sağlıcakla. (NOT bu yazının devamı yazılmadı)

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

%d bloggers like this: