Bilgi toplumu ve Kürt sorunu

Bu yazı, bilgi toplumunu ve onun Kürt sorunu üzerindeki etkilerini ana hatlarıyla tartışmayı amaçlıyor. Yeryüzünde bilgi ve iletişim toplumunun boyvermesi Kürt sorunuyla ilgili herhangi bir değişikliğe de yol açıyor mu?

Bilgi toplumu, yeni bilgi ve iletişim teknolojisinin temelleri üzerinde doğdu.Yeryüzündeki yaşam bu teknolojinin üzerinde biçimlenerek globalleşiyor. Bilgi toplumu, globalleşmiş yaşamın tüm özelliklerini kendinde içeren daha ileri aşama, başka bir deyişle, globalleşmiş toplumun yeni ve daha üst aşamasının adıdır.

Bu nedenle, önce kısaca gezegenimizdeki toplumsal yaşamın globalleşmesi ve otomatizeleşmesi üzerinde durmayı, oradan bilgi toplumunun ana özelliklerine kimi yönlerden dikkat çektikten sonra Kürt sorunu üzerindeki etkilerine değinmeyi amaçlıyorum.

Bilgi toplumuna ilişkin tartışmalar yanlız Kürtler için değil, tüm uluslar hatta en ileri düzeyde gelişmiş Batı toplumları için de yenidir. Batı toplumlarında konu hararetle tartışılıyor. Bilgi ve iletişim toplumunun anlamı nedir, nasıl bir yaşama önayak oluyor? Gelecekte ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda neler getirecek? Bu sorular Batılı aydınlar için bile yeterince aydınlatılmış değil.

 

Yersiz bir tartışma mı?

Kimileri, konunun daha çok teknoloji ve demokrasi bakımından gelişmiş ülkelerin sorunu olduğunu düşünebilirler. Denebilir ki onlar bugüne kadar zaten toplumsal yaşamın ileri aşamasındaydılar, şimdi de sözkonusu ettiğimiz aşama onların toplumsal düzeyleri üzerinde oluşuyor. Daha çok, onların yeni yeni içine adım attıkları bir toplumsal yaşamdır, onlar tarafından tartışılması yerinde olabilir. Ama biz gerikalmış toplumların, örneğin henüz devleti olmayan, ülkesi parçalanmış bir durumda adaletsizlik ve yoksunluk içinde yaşayan Kürt toplumunun aydınları ortada pekçok yaşamsal sorun varken bu sorunu tartışması abesle iştigal etmek olmaz mı?

Böyle düşünmede belli bir haklılık payı olabilir. Ama bence bilgi teknolojisinin beraberinde getirdiği toplumun yarattığı ekonomik, siyasal ve kültürel ilişkiler, belki de tarihte ilk kez bütün dünya toplumlarının olduğu gibi Kürt toplumunun da sorunlarıyla yakın bir bağ oluşturuyor. Hatta belki de bu toplumlardan daha ziyade Kürtlerin geleceği, boyveren yeni toplumsal durumla bağlantılı bir hale geliyor. Eğer yeni toplumun perspektif ve özeliklerini gözönünde bulundurup, kendi toplumsal sorunlarımızı,vardığımız soyutlamaların süzgecinden geçirirsek, önümüzde yepyeni olanaklar açılabilir.

Ben böylesi bir bakış açısıyla sorunun tartışılması gereğine inandım.

 

Kürtlerin geleceğini tayin eden ne?
Dünyamızdaki yepyeni olgunun Kürt sorunuyla ilişkisi ne, nerede başlayıp nerede bitiyor?

Eski dönemleri bir yana bırakalım, son iki yüzyıllın saldırılarını ve bunlara karşı Kürt halkının ortaya koyduğu direniş mücadelelerini gözönüne alarak bugünlere gelirsek, tarihimizde ilk kez yeryüzünde Kürtlerin de istem, perspektif ve olanaklarıyla uyuşan uluslararası bir düzen, bir toplum biçimi oluşuyor. Tarih boyunca gelen uluslararası düzen ve toplumsal biçimler, daha somut olarak da Orta-Doğuída varolan toplumlararası ilişkiler, bu ilişkilerdeki toplumların ekonomik, sosyal ve siyasal yapılanmaları, öylesine koşullar yaratıyorlardı ki Kürtler, her ne kadar bağımsızlık ve özgürlükleri için baş kaldıran diğer uluslardan daha az bilgi, beceri ve mücadeleye sahip olmadıkları halde, onlar kadar başarılı olamadılar, onların elde ettikleri ölçülerde kazanımlar elde edemediler. Kürt beylerinin direniş ve başkaldırı döneminden günümüze kadar varolan Kürt potansiyeli; önder, bilge, aydın, savaşçı, örgütçü, diplomat ve idarecisiyle Kürt birikimi hiç bir bakımdan Orta-Doğu, Asya ve Afrikaínın boyunduruk altındaki halklarınkinden; onların önder, aşiret reisleri ve kırallarınınkinden daha eksik değildi. Bugün de politik liderlerimizin bilgi ve becerileri onlardan daha düşük değil, ama toplumsal sistemler, uluslararası düzen ve dengeler onlar kadar başarılı olmalarına hiçbir zaman olanak tanımamıştır. Bu açıdan dış koşullar, -hata bilgi toplumu öncesi toplumsal biçimlerin ülkemizdeki yansımaları sonucu- sık sık da iç koşullar bu başarısızlığın temellerini döşemişlerdir. Hani Tanrıínın rahmeti sayılan yağmur yağar da herkesin bağına vurduğu halde insanın bağını tırıs geçer ya, işte onun gibi bir şey. Yılın yağmurunu almadıktan son ra sen de başkaları gibi kazıp, budayıp temizlemişsen bile ne çıkar. Senin bağının vereceği ürünün başkalarınkiyle boy ölçüşemeyeceği açıktır.

Ama insanlığın bilgi toplumuna geçişiyle, belki de tarihte ilk kez, yağmaya başlayan yağmur Kürtlerin bağını da sulayacak.Çünkü bu öyle bir yağmur ki güçlü olanlar her zaman olduğu gibi ondan zaten yararlanacaklar, ama en güçsüz ve kimsesiz toplumlar bile ondan nasiplenebilecekler.

Işte bizim açımızdan “lüks” görünmesine ragmen konu üzerinde durmamın nedeni sözkonusu kanıdır. Kuşkusuz kimse bir yazı çerçevesinde yeni ve çok yönlü bir konuyu her yönüyle aydınlatabileceğini iddia edemez. Ben de aynı iddiadan kaçınarak meseleye kimi anahatlarıyla bir başlangıç yapmak ve belki de geleceğe ilişkin perspektiflerimize yeni bir tartışma unsuru getirmek için bu yazıyı kaleme alıyorum.

 

Bilgi ve iletişim toplumu

Karl Marksíın toplumsal değişim ve ilerlemelerin hareket ettirici güçleri üzerinde geliştirdiği yaygın olarak bilinen bir tez var, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki uyum yasası diye. O, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki bağın toplumsal gelişmenin motoru olduğunu bu iki unsurun karşılıklı olarak birbirlerini etkilediklerini, ama üretici güçlerin son tahlilde belirleyici olduğunu belirtir. Iki unsur birbirleriyle uyum içindeyken toplumlarin gelişmesi ileriye doğru olur. Ama belirli dönemlerde üretici güçler öyle bir düzeye gelirler ki üretim ilişkileri geride kalır ve üretim güçlerine ayak bağı olurlar. Bu olgu toplumlarda duraklamalara, bunalımlara ve hatta geçici gerilemelere de yol açabilir. Ama ilanihatet bu böyle süremez son tahlilde eski üretim ilişkileri parçalanıp kaybolur ve yerlerine üretici güçlerin gelişkinlik düzeyine uygun üretim ilişkileri gelerek toplumun tarihsel ilerlemesi yeniden rayına girer.

Günümüzde de birbakıma öyle bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Ğretici güçler, yani bilim ve teknik; özellikle de elektronik, biyoteknik ve onu kullanan insan bilgi ve becerisi öylesine bir aşamaya gelmiş ve üstelik de öylesine bir hızla gelişmeye devam ediyor ki, üretim, otomatizeleşme ve elektronikleşme yönünde baş döndürücü bir hızla yaygınlaşıyor. Öyle bir yönde ilerliyoruz ki pek de uzak olmayan bir dönemde bilimsel çalışma ve araştırmalardan, genel hizmetlerin ve üretimin koordine edilmesinden başka insan gücüne neredeyse gereksinim kalmayacak ve her alan otomatizeleşecek. Daha şimdiden elektronik üretim araçları robot ve bilgisayarlar damgalarını toplumların biçimlenmelerine vuruyorlar.

Bilgi iletişiminin ve otomatizeleşmenin temelini oluşturan yeni üretim araçları öyle yüksek bir aşamaya varmışlar ki endüstri toplumunun çok yönlü toplumsal ilişkileri kendilerini aynı düzeyle uyumlu tutamıyor, üretim güçlerinin önünde engel durumuna geliyorlar. Kimisi parçalanarak yok oluyor, yerini yeni gelen ilişkilere bırakıyor, kimileri de ayak diremekte ve toplumsal sıkıntıların nedeni olmakta devam ediyor. Eskiyle yeninin içiçe karmaşık yaşadığı, çok yönlü ve girift bir toplumsal süreçten geçiyoruz. Bir bakıma birbirinden farklı iki toplumun sınırında; birinden diğerine geçişin sürdüğü bir geçitte yaşıyoruz. Eski toplumun son dönemleri ile yeni toplumun ilk dönemleri içiçe geçmiş bulunuyor.

Buna post-indüsriyel toplum diyenler de var. Nedir post-endüstriyel dönemin özellikleri? En başta göze çarpanı, yeryüzünde insan yaşamında bir globalleşmenin oluşmasıdır. Bilim ve teknik öyle bir düzeye gelmiş ve öyle bir hızla gelişiyor ki, yeryüzünde yepyeni bir yaşama temel oluyor. Toplumsal yaşamımız her dönemden farklı ve ileri bir biçimde ulusal devletlerin çerçevesinden çıkıyor. Toplumun bütün alt ve üst yapı ilişkileri için uluslar ötesi koşullar boy veriyor. Sermayenin, iş ve hizmetlerin, bilgi ağı ve insan gücünün, dünyanın bir ucundan öbür ucuna hareketliliği, artık bir yenilik olmaktan çıktı çıkıyor. Bunun sonucu, dendiği gibi ªdünya küçülüyorª.

Sermaye her dönemden daha belirgin bir biçimde çokuluslulaşmış üretim ve hizmet alanı da bölgesel ve uluslal olmaktan çıkıyor uluslar ötesi bir özellik kazanıyor. Aslında sermayenin çokulusluluğu yeni bir olgu değil. Daha geçtiğimiz yüzyılın sonu ile terk etmekte olduğumuz yüzyılın başında bu özellik görülüyordu. Ama şimdi uluslararası büyük şirketler bir kere daha görülmemiş bir devasalıkla yer yüzünde serpilmiş bulunan varlıklarını birleştiriyorlar, yeniden yapılanıyor ve otomatizeleşiyorlar. Yeryüzünün her bir köşesi, üretim süreçlerinin mekanı oluyor. Öğretim süreci mekanları arasındaki mesafenin önemi kalmamış, zaman kavramının bu süreçteki yeri bambaşka bir anlam kazanmıştır. Merkezleri Stockholm, New York ya da Londraída, üretim ve hizmet süreçlerinin bir bölümü Singapurída başka bir bölümü Hamburgída, daha başka bir bölümü de Sydney ya da Bankokíta olabilir. Böylesi bir dağılım, üretim için engel değil çoğu kez avantaj olabiliyor. Sözkonusu merkezlerden geçerek üretilen bir mal ya da hizmet, bir gün ya da bir haftada piyasaya çıkabiliyor. Bilgi ve iletişim araçları öyle bir düzeye varmışlar ki bu devasa kurumların yönetilmesi, işçi ve memurlarının eğitilip yönlendirilmeleri, toplantı ve konferansların düzenlenmesi için yer ve mesafenin önemi kalmamıştır. Her bölümün görevlileri ayrı şehirlerde oldukları halde bambaşka bir yerdeki idarecilerin her sabah işbaşı yapmadan önce onlara elektronik iletişim ve bilgi ağlarıyla gerekli talimat ve bilgileri vermeleri, idarecilerin sabah toplantılarını yapmaları v.s mümkün hale gelmiştir.

Yer ve zaman arasındaki mesafenin önemini yitirmesi, ekonomik yaşamın diğer alanalarında da böyledir. Son zamanlarda önce Malezyaída, ardından Güney Koreíde ondan sonra da Endonezyaída patlak veren ekonomik krizlerin uluslararası finans dünyasını nasıl ayni anda altüst ettiğini, onlarla ayni saat ve gece içinde Amerika Birleşik Devletleri, Japonya ve Avrupa borsalarının nasıl inişe geçtiklerini gördük.

 

Endustri toplumuna geçişte ulusal ve uluslararası yapılanma

Tarım toplumundan endustri toplumuna geçişte kapalı ekonomik ilişkiler ile küçük feodal devletler çöktü, onların yerine geniş bir açık pazar düzeni ve ulusal devlet yapısı biçimlenmeye başladı. Bir ulusal devletin diger devletlere karşı ulusal egemenlik alanını belirleyen ulusal hükümranlık kavramı geliştirildi. Bu, başkalarının dokunamayacağı, ihlal edemiyeceği ulusal bir hak olarak tanımlandı ve uluslararası alanda genellikle öyle benimsendi. Kendi kaderini tayin hakkı da bu uluslararası kabulde temel buldu.

Uluslar, egemenlik alanlarının etrafına tank zırhları gibi ulusal sınırlar çektiler, büyük ve güçlü ulusal devletler kurarak bu sınırların içine yerleştirdiler. Mal, sermaye, seyahat ve başka kimi giriş çıkışlar için gümrükler oluşturuldu, çeşitli vergiler, korumacılık tedbirleri kondu. Ğlkelerinde yabancı sermaye ve yatırım olanlar, zenginlik kaynakları başka ülke vatandaşlarının ya da kendi ülkelerindeki kimi azınlıkların elinde bulunanlar, millileştirmeye baş vurdular, hatta o yetmediyse egemen çoğunluk ulus adına kamulaştırmaya bile gittiler. Daha da ileri giderek el koydukları malları çoğunluk ulusundan vatandaşlara devrettiler. Bütün bunlar, ulusal egemenliğin pekiştirilmesi adına yapıldı. Bu öyle bir hal aldı ki ulusal devlet ve ulusallaştırma kavramları gerçek anlamlarını aşarak pek çok yerde tırnak içine girdiler.

Egemenler, başka ulusların mal ve sermayelerine karşı kendi ulusal sermaye ve mallarına; daha açıkçası kendi uluslarından bireylerin mal ve sermayelerine sahip çıktılar. Türkiyeíde büyüyenler son yılara kadar yerli malı koruma haftası düzenlendiğini, başka ulusların mallarına karşı kampanyalar geliştirildiğini hatırlayacaklardır. Tarih, Türk devletinin Ermeni, Rum ya da Yahudi burjuvazisine karşı Türk burjuvazisine destek verdiğinin ve süreç içinde bu kesimlerin Türkler lehine tasfiye edildiğinin tanığıdır. Kürt halkına ait zenginliklerin de uzun bir süreç boyunca tarumar edildiği de bir gerçektir.

Eğer bir benzetme yapmak gerekirse, egemen hale gelen her ulus, diğer zırhlılara karşı kendini koruyabilsin diye kendince daha güçlü zırhlı bir makina inşa ediyordu.

Zırhlanmayla beraber başka özellikler de geldi. Ğniter, bürokratik merkeziyetçi yapılar, çoğu devletin biçimi oldu. Siyasi iktidar, bazen de Asya, Afrika ve Latin Amerikaída olduğu gibi askeri-siyasi iktidar, devlet kurumlarını ve sivil toplum yapılanmasını egemenliği altına aldı, merkezler yetki ve yaptırımlarla donatıldı, sivil toplum örgütlenmeleri, bölgeler, çoğu toplumsal kategoriler yetkisiz ve zayıf kaldı. Ğlkeyi her bakımdan başkentten yönetme, egemen yönetim biçimi olarak yaygınlık kazandı. Avrupa ve Asyaínın federal ve desantralize biçimlenen devletlerinde bile iktidarlar çoğunlukla karşılıklı güç dengesi ve uzlaşma üzerinde merkezi ve bölgesel güçler arasında bölüşüldüyse de bu durum merkezi bürokratik devlet hiyerarşisini kıramadı, devlet ve bürokrasinin ağır basan rolü hem ekonomik, hem de toplumsal ve kültürel yaşam üzerinde ağırlığını sürdürdü.

Ulusal devletlerin içinde ulusal, dinsel, mezhepsel, kültürel ve dilsel temeldeki etnik grup ve alt-gruplar ya inkar, ya da kulak ardı edildiler. Bütün iyi niyet koşullarında bile ªulusal varlık, birlik ve bütünlükª ya da ulusal çıkarlar adına ulusal alt-grupsal özellikler kaldırılmaya, yok edilmeye çalışıldı. Çoğu ülkelerde hakları ellerinden alındı ya da daha başından itibaren inkar edildi, kendilerine karşı zor kullanılarak büyük haksızlıklar edildi. Alt-gruplar, ulusal birlik ve gelişme önünde engel olarak görüldüler. Bu, pekçok ülkede ulusal varlık, birlik ve bütünlük adına komşu ulus va ulusal azınlıkların da boyunduruk altına alınarak egemen ulus adına zorkullanım ya da asimile yoluyla yok edilmelerine götürebildi.

Batı da dahil dünyanın her tarafında ağır basan yanıyla böyle oldu. Örneğin Fransa dendiğinde, tek bir ulustan başka topluluk yokmuş ve o da Fransız ulusuymuş gibi bir varsayım egemen kılındı ve dünyaca da böyle kabullendi. Korasikalı, Katalon, Bask ve başka toplumların varlığı inkar edildi ya da en azından küçümsendi, taleplerine kulak tıkandı, önemsiz ayrıntılar gibi görüldü. Ingiltereíde de benzeri oldu. Iskoç, Galli ve Vallerin hakları ªIngilizlerin ulusal birliğiª uğruna çiğnendi ya da gözardı edildi.

Düşünelim bir kez: varsayalım ki biz Kürtler ulusal bir devlete sahibolsaydık Kürt ulusu ile ulusal devlet konseptlerini nasıl belirleyecektik: ülkemizde Kürtlerden başka Ermeni, Süryani, Asuri, Keldani, Rum, Yahudi, Arap ve Türkler de vardı. Biz Kürt ulusu olarak diyalektler bakımından Kürmanc, Soran, Dımıli, Lor ve Hawraman v. d. bakımından birbirimizden farklılıklar gösteriyoruz. Kimimiz Müslüman, kimimiz Yezidi, kimimiz Hırıstıyan ya da Yahudidir. Ulusumuz Sünni, Alevi ya da Ehli Hak diye mezheplere ayrılır. Değişik tarikatler aramızda var. Böylesi bir durumda büyük bir olasılıkla Kürt ulusunu ve bu ulustan grupların tümünün müşterekleri olan özellikleri yükseltecek, lehcelerden birini resmi dil haline getirecek, diğerlerini ihmal edecektik. Belki de diğer azınlıkların dinsel ve mezhepsel grupların, yöresel toplulukların haklarını tanımayacak ya da ihmal edecek, bazılarını da gizleyecektik. Çünkü birlik ve bütünlük içinde bir ulus yaratmamız gerekecekti.

Bakın, Türkiyeíde öyle oldu. Türklerin egemen unsurlarının genel özelliklerinden başka toplumun var olan tüm renklilikleri inkar, imha ya da ihmal edildi. Kürtlerin ve diğer ulusal toplulukların varlıkları inkar edildi. Türklük, Islamlık, onun da Sünniliği, onun da Hanefi olanı öne çıkarıldı, Türkiyeíde yaşayan herkes bu özellikler içinde entegre ya da asimile edilmeye çalışıldı, bu ölçülere uymayanlar yok edildi.

Aslında ulusal devletin bu biçimlenmesi ve sözkonusu edilen ulus konsepti, yanızca Türkiyeíye özgü değil, az ya da çok diğer devletlerin çoğunda da egemendir. Örneğin federal bir yapısı olması bakımından Türkiyeínin yüz seksen derece zıddı gibi görünen Hindistan bile bu yapılanmayla biçimlenmiştir, orada da tek bir devlet ve ulustan bahsedilmekte, tek bir Hint ulusu öne çıkarılmakta, egemen topluluğun genel özellileri ortak özellikler olarak dayatılmakta, farklılıklar yok ya da örtbas edilmektedir. Bu yüzden pek çok iç kavga ve çatışma boy vermektedir.

Kısacası, her ülke değişme ve ilerlemesinde kendine özgü bir yol seçmekle beraber, sözkonusu ettiğimiz özellik ve eğilimler, tarım toplumundan endüstri toplumuna geçişte damgasını az ya da çok bütün ülke ve toplulukların yapılanmalarına vurmaktadır, ardından demokrasinin yerleşmesi ve gelişmesine paralel olarak farklı ülkelerde bu özellikler farklı derecede zayıflayabilmektedir.

 

Bilgi toplumuna doğru ulusal devletlerin yeniden yapılanmaları ve uluslararası durum

Fakat endüstri toplumundan bilgi toplumuna gittiğimiz günümüzde, bu toplumla boyveren özellikler, sermaye, iş, mal ve hizmetlerin uluslararasılaşması, mekanlar arsındaki mesafelerin büzülmesi, yaşamın yer ve zamanla ilişkilerinin yeniden biçimlenmesi; aynı anda dünyanın en uzak köşeleriyle ilişkileşme ve daha başka gelişmeler, ulusal devletin sözkonusu ettiğimiz zırhına ağır bir darbe vuruyor.

Ulusal devletlerin kaybolmakta olduklarını söyleyecek kadar aceleci bir hayalperest değilim. Ulusal devletler var, yaşamlarının doruğunda yaşıyorlar ve daha çok uzun bir süre yaşayıp gelişmeye devam edecekler. Fakat yeni durum, ulusal devletleri o panzer zırhlarından etmeye başladı. Devletler şu ya da bu ölçüde zırhlarını üzerlerinden atmak zorunda kalıyorlar. Avrupa toplumlarının günümüzdeki yeniden yapılanmalarına bakalım: Avrupa Birliğiínin oluşmasıyla onbeş devlet arasındaki gümrük duvarları ortadan kalktı. Avrupa, Türkiyeíyle olduğu gibi kendi dışındaki ülkelerle de bu duvarı ortadan kaldırıyor. Sermaye, mal ve hizmetler serbestçe gidip geliyor. Işgücünü hesaba katmazsak, diğer alanlarda global boyutlarda bir akış, gidiş geliş var. Işgücünün dolaşımı da kimi kurallarla sınırlandırılmış olmasına rağmen hergün biraz daha kolaylaşıyor ve dünyanın bir ucundan ötekine her gün insanlar karıncalar gibi gidip geliyor. Avrupa Birliğiínde ortak bakanlar konseyi, parlamento, üst düzey bürokratik kurumlar, mahkemeler, basın ve yayın kurumları ve daha pek çok kurum, ulusal kurumların yanında mantar gibi boy veriyor. Ulusal hükümetler ve ulusal parlamentolar kimi yetkilerini ortak merkezlere ve parlamentoya devrediyorlar. Tek bir para birimi oluşturuluyor, yakında tedavüle girecek.

Dünyanın başka bölgelereinde de, daha çok ekonomik alanlarda olmak üzere uluslararası işbirliğinin yeni organizasyonları geliştiriliyor. Bunlar, Avrupa Birliği yapılanmasının çok gerisinde olsalar bile onun yönelmiş olduğu yapı, yöresel girişimlere ilham kaynağı oluyor.

Birleşmiş Milletleríin, NATOínun, yöresel uluslararası işbirliği ve organizasyonların yeniden yapılanmaları, yeni roller üstlenmeleri tartışılıyor, hatta kimi konularda adımlar atılıyor. Uluslararası non-govermental kurumlar, sivil toplum örgütleri, sendikalar, insan hakları örgütleri, çevreci organizasyonlar geniş boyutlarda uluslararasılaşıyorlar.

Bu olgular, ulusal zırha darbeler vuruyor, onu çatlatıyor. Ulusal devletlerin merkezi bürokratik yapılanmaları darbeler alıyor.Türk cumhurbaşkanı Demirelíin bi sözü vardı ªkarakollarımız şefaflaşacakª diye. Onun deyimiyle yeryüzünün ulusal devletleri şefaflaşmaya başlıyorlar; duvarlarını saydam camlara dönüştürüyor, daha büyük kapı ve pencereler açıyorlar. Komşularıyla, dolaylarıyla ve genel olarak diğer devletlerle yeni müşterekler oluşturuyorlar. O sıkkı bürokratik merkeziyetçi yapı zayıflıyor, devletlerde bir desantralizasyon baş gösteriyor. Devlet ekonomiden ve yaşamın pek çok başka alanından çekiliyor, küçülüyor. Sivil toplum, yaşamın değişik alanlarında dah çok söz sahibi oluyor. Devlet artık gerçekten vatandaşların hizmetine giren bir yapılanmaya gidiyor. Bölgeler bazı yönetme hak ve yetkilerini merkezden devralıyor, uluslar, ulusal azınlıklar, dinsel, mezhepsel ve kültürel grup ve alt-gruplar yeni hak ve olanaklar elde ediyorlar. Ulusal devlet sınırlerı içinde varolan o bütün varlık, farklılık ve renklilikler, günümüze dek gelen soluk kesici, boğucu düzenlemelerden kurtuluyor, soluk almaya, yeni gelişme olanaklarına kavuşuyorlar.

Çok belirgin bir biçimde Avrupaída olmak üzere dünyanın değişik yerlerinde geniş bir desentralizasyon görülüyor, bölgeler, yerel kuruluş ve muesseseler daha fazla hükümran hale geliyorlar. Ispanya, Ingiltere, Fransa, Belçika, Kanada ve başka kimi devletlerde, referandumlarla ya da başka uzlaşma ve anlaşma yollarıyla ve yeni yasal düzenlemelerle bölgeler, uluslar ve ulusal azınlıklar kendilerini yönetme hakkını elde ediyorlar ya da varolanı genişletiyorlar.

Sosyalist devletler çöktü, onların yıkıntıları arasından büyüklü küçüklü yeni devletler çıktı. Bu yeni devletler de kendi içlerindeki azınlıklara yeni hak ve yetkiler vermeye mecbur oluyorlar. Türkiyeíde bile barbar ve geri özelliklere rağmen insanlar devletin küçültülmesi, idarenin desantralizasyonu, devletin yeniden yapılanması gibi şeylerden bahsetme, tartışma gereksinimi duyuyorlar.

Israile bakalım; yirmiden fazla Arap devletiyle çevrelenmiş küçük bir ülke olmasına, etrafındaki düşmanca niyetlere rağmen Orta-Doğuída durumun normalleşmasi; uluslar arasında serbest ve güvenli ilişkilerin kurulması, mal, sermaye ve ve hizmet için serbest bir ortamın kurulması, katı gümrüklerin gevşetilmesi v. s. için, Filistinlilere otonomi hakkının verilmesine razı oluyor, genel olarak Araplarla varolan sorunlarını çözmeye çalışıyor. Araplarla serbest bir müşterek yaşamın içine girmeyi mümkün hale getirecek altyapıları oluşturuyor. Başka bir deyişle Yahudi sermaye ve mallarının Arap pazarlarında serbestçe dolaşımı için ortam yaratıyor. Demek ki Israilliler, dünyanın oluşan yeni koşullarında Filistin ve Araplarla varolan ilişkilerini eski yöntemlerle sürdürme zorunda olmadığını, çağdaş yaşamın temelleri üzerinde yeni ilişkiler geliştirmenin mümkün olduğunu görüyorlar.

Yeni toplum koşullarında, bir vatandaş olarak birey daha özgür ve güçlü hale geliyor; kişi bağlı olduğu etnik, dini, mezhepsel, kültürel ya da siyasi gruba karşı daha özgürleşiyor; daha küçük ve zayıf toplumsal gruplar büyük gruplara, bir devlet içindeki azınlıklar egemen ulusa, bölgeler devletin bürokratik merkezi otoritesine, bütün sivil toplum devlete ve merkezi bürokrasiye karşı daha güçlü ve özgür hale geliyor, daha fazla hak ve yetkiler, dolayısıyla sorumluluklar elde ediyor. Bu eğilim bilgi toplumunun getirdiği evrensel bir eğilimdir.

 

Denetim sisteminden bilgi sistemine

Endüstri toplumundan bilgi toplumuna geçiş sürecinde toplumun büyük çapta otomatizeleştiği bir yöne doğru gidiliyor. Bilgisayar her alanda yaşamla bütünleşiyor. Genel hizmetler, eşgüdüm görevleri, eğitim, sağlık, bilimsel araştırma, keşif ve programlama dışında, fabrika, dükkan, banka, borsa, pazarlama v. s diğer alanlarda, üretim süreçlerinde insan gücüne gereksinimi ortadan kaldıran bir otomatikleşmeye doğru gidiyor. Insanlara gereksinim olduğu alanlar bile yarı-otomatizeleşiyor.Yani insan gücünün üretime katkı payı genel bir düşme eğilimi gösteriyor.

Ortaya çıkışından bu yana ilk kez bilgisayarın görevi yüzde yüz değişmiş bulunuyor. Ilk ortaya çıkışından son beş on yıla kadar, bilgi sayarın görevi devletin, bürokrasinin ve yöneticilerin elinde toplumu ve bireyleri denetlemek, kontrol altında tutmak için onlarla ilgili bilgilerin depolandığı bilgi bankaları olarak işlev görmekti. Bilgisayarlar, egemenlerin elinde vatandaşları denetim altında tutmanın araçlarıydılar. Egemenler, kendi düzenlerini sürdürmek için onu araç olarak kullanıyorlardı. Bugün ise bilgisayarın bilgi ve iletişim ağıyla donanması, kişisel bilgisayarların piyasaya sürülmesi, internet ve intranet ağları, multimedya ve interaktiv virtuel video sistemlerinin gelişip yaygınlaşmasıyla bilgisayar, esas olarak bir kontrol aracı olmaktan ziyade vatandaşların elinde bilgi ve iletişim dünyasına dönüştü. Artık esas olan bilgisayarın bilgi ve iletişime ilişkin işlevidir.

Günümüzde öylesine bir iletişim ağı örülmüş ki evimde, bilgisayarımın başında oturup yer yüzünün hemen hemen bütün üniversite, bilim kuruluşu, kütüphane, basın ve medya, hükümet, parlamento, arşiv, laboratuar, bilim adamı, aydın, sanatçı ya da normal vatandaşlarıyla ilişkiye geçebilirim. Isveçíten bir kaç saniye içinde Japonyaídaki muesseselere ulaşabilir, orası beni tatmin etmezse bir kaç saniye sonra Newyorkíteki merkezlere bağlanarak onlarla iletişim sağlayabilirim. Bana lazım olan bilgileri, bir kaç saniye içinde oralardan kendi bilgisayarıma alabilir ve kullanabilirim. Bir soru, görüş ya da dileğim varsa onlara ileterek bir kaç dakika sonra cevabını alabilirim. Isveçíin kuytu bir köşesinde küçük bir şehirde yaşamama rağmen her akşam, ertesi sabah Türkiyíde çıkacak gazeteleri internet aracılığıyla okuyabilir, aynı anda gidip bu sefer de Mısıríın biraz sonra da Avustralyaínın gazetelerine göz gezdirebilirim, istediğim haber ya da resimleri kendi bilgisayarıma kaydedebilirim.

Elektronik posta aracılığıyla aynı anda sözkonusu gazetelerin yazarlarına, değişik ülkelerin parlamenterlerine, politikacılarına, bilim adamlarına, belki de kendi okul öğretmenime, sınıf arkadaşıma ya da tanımadığım herhangi normal bir vatandaşa mektuplar yazabilirim, onlar gerek görürlerse bana cevap verebilirler.

Internette daha şimdiden onbinlerce konuya ilişkin tartışma grupları oluşmuş, ilgimi çeken herhangi bir konuda gidip o grupların tartışmalarını izleyebilir, eğer istersem kendi görüşlerimi de grubun platformuna sunabilirim, her kes benim görüşlerimi de öğrenebilir.

Bütün bu iletişim süresi boyunca da masraflara karşılık olarak ödeyeceğim fiyat, telefonla şehir içinden biriyle konuşurken geçen süreye karşılık düşen bir masraf ödeyeceğim, yani telefon iletişiminden çok daha ucuz bir ağla karşıkarşıyayım. Dünyanın neresiyle konuşursam konuşayım, şehiriçi konuşmuş kadar karşılık ödüyorum.

Bir araştırma ya da makale için herhangi bir konuda bilgiye gereksinimim varsa, o konuya ilişkin bir ya da birkaç sözcüğü internet ağının arama tarama programlarına yükleyerek bir kaç saniye içinde internet ağı içinde konuya ilişkin ne kadar döküman varsa hepsinin ad ve yerlerini ekranıma getirebilir, tek tek kontrol ederek bana lazım olanlarını bilgisayarıma aktarabilirim. Bu, bazen dünyanın dörtbir yanından milyonlarca döküman olabilir. Dünyanın değişik yerlerindeki bu bilgilere ulaşmak için önceleri ne param, ne zamanım, ne fiziksel ve entelektüel gücüm ne de ömrüm yetebilirdi. Oysa şimdi bilgi sayar sayesinde bir kaç saniye içinde her şey önümde. Artık benim için uzaklığın hiç bir önemi kalmamış. Kendim Isveçíin küçük tenha bir kentindeyim, ama dünyanın her yanındaki bilgi merkezlerine olan uzaklık, mesafe ve zaman açısından benim için eşitlenmiş, yani parmak ucumla bilgisayarın tuşları arasındaki mesafeye inmiş. Parmaklarımın ucu, bilgi sayarın tuşuna değince Japonyaíya, New Yorkía, Sydneyíe ya da kendi şehrimde sokak başındaki kütüphaneye aynı sürede ulaşmış oluyorum, aradaki zaman ve mekan her dördü açısından aynı ve saniyeler işi.

 

Multimedya

Aldığım bilgi ya da kurduğum iletişim, sadece tekstlerden oluşmuyor. Multimedya sistemi, bilgiyi tekst, (resim, şekil ve grafiklerden oluşan renkli) görüntü, ses ve animasyonlarla bana ulaştırıyor. Ğç boyutlu hareketli renkli görüntüler ve ses efektleri sayesinde benim için neredeyse gerçek dünyayla eşdeğer olan bir dünya yaratıyor. Interaktif video sistemleri sayesinde, ben de bu üç boyutlu virtüel dünyanın içine giriyor, pasif bir alıcı omaktan çıkıyorum, aktif, müdahele edici ve değiştirip katkı yapıcı bir unsura dönüşüyorum.

Diyelim ki Kürdistanída dağ başındaki bir peşmerge ya da gerilla grubunda taşınabilir bir kompüter, mobil bir telefon ve ikisi arasında tercümnalık işlevi gören modem denen avuç içi kadar küçük olan bir kutu ve bir kamera varsa, o grup aynı anda içine girdiği askeri çatışmayı filme alabilir, dakikalarla ölçülebilen kısa bir süre içinde Med-TVíye ya da diğer dünya televizyonlarına, basın yayın ajanslarına, hatta internet aracılığıyla yeryüzünde bu ağa sahip tüm insanlara ulaştırabilir. Internet ağıyla bağları olanlar, ister ikişer olarak karşılıklı ya da çok yönlü olarak birbirimlerine ses ve hareketli fotoğraflar, filmler gönderebilirler.

Amerikaída bir kreş internete bağlandı. Sabahları çocuklarını kreşe bırakıp iş başı yapan anne babalar, istedikleri an önlerindeki bilgisayarın ekranından çocuklarının nerede olduklarını, ne yaptıklarını görme olanağına kavuştular.

 

Bireyin güç kazanması ve özgürleşmesi

Bilgi ve iletişim sisteminin oluşumu, güçlü birey, grup ve toplumlara zaten büyük bir yararlanma olanağı getiriyor, ama yeryüzünün güçsüz ve dar olanaklı kişi grup ve toplumları da bilgi edinmenin, üretmenin, yaşama aktif katılımın ve kendini ifade etmenin büyük olanağına kavuşuyorlar.

Diyelim ki ben bir Kürt yazarıyım. Bir kitap yazdım. Bugüne kadar var olan olanaklar öyle bir durumda ki ya ben kendim kitabımı yayınlayıp dağıtımını yapmak, ya bir siyasi örgüte beğendirerek yayınlatmak ya da bir Kürt yayınevine hiçbir karşılık beklemeden üstelik belki bir de masraflarının bir kısmını üstlenerek yayınlatmak durumundayım. Fakat her durumda hem benim, hem siyasi örgütün hem de yayınevinin olanakları son derece sınırlı olduğu için kitabım Avrupaída bile pazarlara sürülemiyor, okuyucunun eline ulaşamıyor, çok dar bir tanıdık çevrenin eline ulaşmakla kalıyor.

Zaman zaman kimi siyasi gruplar ya da arkadaş çevreleri dergi ve gazete çıkarıyorlar. Fakat Türkiyeínin dağıtım ağının tekeli büyük basın kuruluşlarının elinde,. Bu tür gazete ve dergilerin dağıtımını yapmadıkları için yayınlar geniş okuyuculara ulaşamıyor. Kaldı ki onlar dağıtmayı kabul etse bile bu yayınları çıkaranların büyük bir tirajda basılmasını ve geniş kitlelere reklamlarının yapılmasını sağlayacak kadar maddi gücü yok ki tanınıp okunabilsin.

Ama internet ağı sayesinde, küçük bir siyasi parti, grup ya da tek başına bir yazar, hazırladığı dergi, gazete ya da kitabı internete yerleştirebilir ve böylece bu ağda okuyucuya ulaşma olanağı, koskoca maddi gücündeki Hürriyetíle eşit bir hale gelir. Avrupaída günlük yayınlanan Özgür Politika gazetesi hergün aynı zamanda internetin elektronik ağında da yayınlanıyor. Dünyanın her yanından, -yani sansür, polis baskısı ve çete saldırılarıyla toplumu denetim altında tutmaya çalışan Türkiye dahil-, okuyucular bilgisayar aracılığıyla bu gazeteyi okuyabiliyor, polis ve sansür buna hiçbirşey yapamıyor. Çünkü isteseler de bu ağa ulaşamıyorlar.

Kısacası, bilgi ve iletişm teknolojisi çağında öylesine olanaklar doğmuş ki haber, görüş ve fikirlerini yaymak için günde milyarlarca lira masraf edenlerle bir kaç on milyon lira harcayabilenlerin elektronik ağdaki yayınlanma olanakları eşitlenmiştir. Bu, bireylerin ve zayıf grupların ne derece güçlenip özgürleştiklerinin en açık kanıtıdır.

Yine Kürtleríin durumundan bir örnek verelim. Diyelim ki bir grup peşmerge dağda dolaşıyor, savaşıyor ve dağlardaki mağaralarda barınıyor. Yanlarında taşınabilir bir bilgisayar, mobil bir telefon, bir modem ve kamera var. Bu sayede onlar dağların doruğundaki bir mağaradan Avrupa Birliği Parlamentosuíyla, her hangi bir Kürt enstitüsüyle, Oxford Universitesi, Petersburg kütüphanesi , Kentucky Ğniversitesi Tıp Fakültesi ya da Avrupaínın değişik yerlerindeki siyasi arkadaşlarıyla ilişkiye geçebilir, Kürtlerin durumlarıyla ilgili bilgi ve fotoğraflar verebilir, kendileri için hem sağlıkla ilgili tıbbi bilgiler, hem dünyadaki gelişme ve akademik çalışmaları ya da arşiv bilgilerini alabilirler. Hata bu ağ sayesinde pek çok konuda eğitim kursları kurarak kendilerini, yüzlerce, binlerce peşmerge arkadaşlarını eğitimden geçirebilirler. Avrupaídaki her hangi bir üniversiteye kaydolup okul okuyabilir, üniversiteden bilgi, döküman ve ders soruları alabilir, imtihan olabilir, okuldaki ders hocasına ya da sınıf arkadaşlarına soru sorabilir, görüş bildirebilir, onların görüşlerini alabilir ve böylece bir üniversiteden mezun olabilirler.

Aynı grup, savaş sırasında yaralanan bir arkadaşlarını kurtarmak için Avrupaídaki bir ameliyathaneye bağlanabilir, yaralı arkadaşlarının fotoğraflarını hastahanedeki doktora gösterebilir, doktordan bilgi alabilir, hatta hastahanenin insan anatomisini bütün ayrıntılarıyla gösteren üç boyutlu interaktif videosundan yararlanarak yaralı arkadaşına nasıl müdahele edebilceğini anlayabilir.

Dijital iletişim ağında, virtüel şehirler denen buluşma merkezleri oluşmuş. Evimde, bilgisayarımın başında oturuyor, internete bağlanarak sözkonusu virtuel(sanal) şehirlerden birinin elektronik adresini vererek o şehre giriyorum. Eğer o şehirde bir ev almak istiyorsam istediğim mahale, cadde ve o cadde üzerindeki boş evlerden birini(Home Page) seçiyorum. Kimi şehirlerde bu evler kiralık, kimilerinde de bedevadır. O evi istediğim gibi donatıp döşeyebiliyor, istediğim, grafik, ses ve tekstleri yerleştirebiliyorum. O evden dünyanın başka yerlerindeki virtüel merkezlerle iletişim kurabiliyorum. Ya da evimden çıkarak şehrin mahalle, meydan, pazar, kahve ve kütüphanelerini, danışma merkezlerini, sohbet ya da tartışma alanlarını ziyaret edebiliyor, sohbet ve tartışmalara katılabiliyor, alışveriş yapabiliyorum. Hatta şehrin sorunlarıyla ya da fiziki dünyanın başka bir sorunuyla ilgili olarak o şehrin hemşehrileriyle birlikte bir referandum ya da seçime katılabiliyorum.

 

Üçüncü dünyanın oluşumu

Bilgi toplumuna geçişle beraber insan yaşamında üç dünyanın oluştuğuna işaret eden bilim adamları var. Bu, Maoínun teorisinden oluşan üç dünya değil. Dünyalardan biri içinde bulunduğumuz fiziksel dünyadır. Doğup, büyüyüp, öldügümüz, yaşarken çeşitli mutluluk ve acıları yaşadığımız maddi dünya…

Ikinci dünya rüya ve hayal dünyasıdır. Rüya görürken ya da hayal ederken insanın yaşadığı bir alem var. Bu alemde, insanın başına umulmadık olaylar gelir, insan etrafındaki hayali çevreyle ilişkilere geçer. Yaşananlar, fiziksel dünyanınkilerden bambaşkadır. Zaman ve mekan arasındaki mesafe kavramı ortadan kalkar, insan olağanüstü bir güce sahibolur, uçabilir, dünyanın bir ucundayken, aynı anda başka bir ucuna konabilir, cinler, canavarlar, devlerle savaşabilir, onları yenebilir. Bir odadan başka bir odaya geçmek için insanın pencere, kapı ya da merdivenlere gereksinimi yok. Istedi mi hemen öbür odadadır. Insan devken bir anda sinek olabilir, ölüp dirilebilir. Bu rüya ve hayal aleminde her şey olabilir. Fakat uyanınca her şey kaybolur, görür ki yatağında ya da oturduğu koltukta v. s. dir. Insanın önünde o dünyadan hiçbir eser kalmamıştır.

Üçüncü dünya da, virtuel dünya(sanal dünya) denen günümüz bilgi ve iletişim teknolojisnin mümkün kıldığı dünyadır. Buna sibermekan(cyberspace) da deniyor. Bu dünya, fiziksel dünya gibi değil, zaman ve mekan arasındaki mesafe ortadan kalkıyor, rüya ve hayal aleminde yaşanabilen hemen hemen tüm olaylar bu dünyada da yaşanabiliyor. Virtüel dünyanın sınırları insanın hayalleridir. Bir odadan başka bir odaya geçmek için kapı, pencere ya da merdivenlere gerek yok. Aynı anda dünyanın bir ucundan başka bir ucuna bağlanabiliriz. Evimde oturduğum halde dünyanın bütün şehir, üniversite ve kütüphanelerini gezebilir, insanlarla konuşabilirim. Fakat bu gezinti fiziksel değil, virtüeldir. Ama rüya ve hayal alemi gibi de değil, uyanınca her şey uçup gitmiyor. Zaten uyumuyorum, bu ağ içinde gerçekten ses ya da görüntü biçiminde bilgiye ulaşıyorum, film seyrediyrum, sohbet ve tartışmalara katılıyorum, okul okuyor, diploma alıyorum, referandum ve seçimlere katılıp dernek ya da parti başkanımı, belediye reisimi ya da ülkenin başbakanını seçebiliyorum. Kanunların çıkarılmasında, bütçenin onaylanmasında v s. oy veriyorum, ticaret merkezlerine, dükkanlara gidip alışveriş yapıyorum, ben dışarı çıkmadan ısmarladıklarım evime geliyor, karnımı doyuruyor ya da yeni elbisemi giyiyorum, bankamla ilişkiye geçip borçlarımı ödüyorum v. s. Yani gerçekten etkileniyor ve etkiliyorum.

Varolan, artık hayal ve rüya alemi değil ki uyanınca her şey uçup gitsin, insanın içinde dolaştığı, çalışıp ürün verdiği, kendini ifade ettiği virtüel bir dünyadır.

 

Yeni oluşumlar, yeni ilişkiler

Bilgi toplumu, beraberinde yeni oluşumlar getiriyor. ªMadem dünya globalleşme ve otomatizeleşme yönünde gidiyor, daha somut olarak nelere yol açıyorª diye soru soranların ve cevap arayanların sayısı hergün daha da artıyor.

Bu sorular en çok da ekonomik yaşam alanında yoğunlaşıyor. Bilindiği gibi Avrupaínın günümüzdeki en yakıcı sorunu işsizlik. Işsizlik çoğunlukla hükümetlerin politikalarına, konjoktürel ulusal ya da uluslararası krizlere bağlanır. Siyasi iktidarların iradelerinin ürünü olarak alınan ekonomik önlemler de kısa, orta ya da uzun vadede işsizliğin ortadan kaldırılabileceği ya da marjinalleştirilebileceği varsayılır. Kimi uzman ve araştırmacılar da işsizliğin konjüktürel olarak artıp azalmasında ekonomik bunalımların, hükümetlerin ekonomi politikalarının rolünü kabul etmekle beraber, bunun, varolan ekonomi politikalarla işsizliğin ortadan kaldırılabileceği, ya da aza indirilebileceği anlamına gelmediğini belirtiyorlar. Ekonomik ve toplumsal yaşamdaki otomatikleşme, bilgisayar ve robotların her tarafa girmasi, öylesine bir durum yaratmış ki kaşıkla toplanırken kepçeyle dağıtılıyormuş gibi; bir yandan şuradan buradan önlemler alınarak yılda bir kaç bin işçiye iş alanı yaratılırken diğer yandan otomatizeleşme, şirketlerin kendilerini reorganize etmeleri v. s. nedeniyle onbinlerce insan bir anda toptan işten atılabilmektedir. Robotlar pekçok alanda çok daha kaliteli, ucuz ve süratli üretim yaparken şirketlerin oralarda işgücünü ısrarla tutmayacakları açık. Bugünkü konsepte göre toplumun çok geniş bir bölümünün yakın gelecekte işsiz kalacağı görülüyor.

Belki de, iş ya de çalışma derken neyi kasyetiğimizi yeniden açıklığa kavuşturma, bunlarla ilgili yeni bir tanım geliştirme durumunda olduğumuz söylenebilir. ªArtık iş, sadece maaş karşılığı yaptığımız üretim ya da hizmet faaliyetleri olarak tanımlanmamalı, insanın ilgi duyduğu ve sevdiği her uğraşı da iş içinde sayılmalıª biçiminde görüş ortaya koyanların sayısı giderek artıyor. Bunlara göre bir insanın resim yapması, şiir yazması, spor yapması, edebiyat uğraşısı, müzik ya da kolleksiyonculukla ilgilenmesi gibi bugün hobi olarak sayılan uğraşlar da iş tanımının içine alınmalı. Maaş alma sorunu da öyle bir duruma gelmeli ki vatandaşlık hakkı gibi bir hak olarak algılanmalı nasıl bir ülkenin vatandaşı olduğumuzda, ya da dünyaya geldiğimizde seçme ve seçilme ve benzeri bir takım vatandaşlık haklarımız kayıtysız koşulsuz varsa, maaş alma da her vatandaş için bir vatandaşlık hakkı olarak kabul edilmelidir. Bunu her kes almalı, ayrıca ücret karşılığı iş bulanlar, ek olarak, ücretlerini de almalılar.

Doğrusu bu konularda daha ileri gitme yanlısı değilim. Yazdıkarım, tartışmaların hangi boyutlara ulaştığını bir ölçüde göstermek içindir.

 

Virtuel demokrasi

Ortaya çıkan olgu, başka bir tartışmayı daha beraberinde getiriyor. Siyasal yaşam, demokrasi, toplumun kendi kendini yönetme ve vatandaşların iradelerinin ortaya çıkma biçimlerinde ne gibi değişimler olacak?

Bugün demokrasinin bulunduğu ülkelerede genellikle temsili demokrasi koşullarında yaşıyoruz. Yani vatandaşlar olarak herhangi bir sorun konusunda bir araya gelip tartışma ve karar verme olanaklarından yoksun olduğumuz için, önce kendi temsilcilerimizi seçip parlamento ya da belediye meclislerine gönderiyoruz, onlar da bizleri temsilen gidip oralarda kararlar alıyor, kanunlar yapıyor, bütçeler düzenleyip onaylıyorlar, hükumetler kurup denetliyorlar v.s. Bu süreçlerin en sağlıklı biçimde işlemesi için siyasi partiler var.

Fakat biliyoruz ki tarihte demokratik işleyiş ve kurallar hep böyle olmadı. Demokrasinin ilk çıktığı Antik Yunanída şehir devletlerinde vatandaşların tümünün katıldığı tartışma ve karar alma süreçleriyle oluşan direkt demokrasiler vardı. Örneğin o dönemde Atina şehri başlıbaşına bir şehir devletiydi. Atinaínın vatandaşları her hangi bir sorun olduğunda bir arena ya da meydana gidip sorunu tartışıyor ve orada doğrudan karar alıyorlardı. Fakat nüfus artışı, şehir devletleri yapısının kaybolması, kırallıkların, imparatorlukların kurulmasıyla direkt şehir demokrasileri yitip gitti. Daha sonra Batıída demokrasiye yeniden dönüldüğünde artık bütün vatandaşların gidip bir yerde toplanmaları olanaksızlaşmıştı. Bu sefer temsili demokrasi ortaya çıktı. Vatandaşlar, önce kendi temsilcilerini seçtiler, onlar da gidip vatandaşlar adına ülkeyi yönettiler. Günümüzde yapılan da genellikle budur.

Ancak bilgi ve iletişim teknolojisi koşullarında, insanların dijital ağ sayesinde ülkenin ve dünyanın her tarafıyla ilişkiye geçme olanağına kavuştuğu ortamda, ülkenin sorunları konusunda vatandaşların bizzat direkt olarak tartışmalarının ve karar alma sürecinde kendi oylarını doğrudan doğruya kullanmalarının olanağı doğmuştur. Artık bir partinin üyesi, delege aracılığı olmadan parti yöneticisini, parti programını ve kongre kararlarını onaylayıp onaylamama konusunda oyunu verebilir. Bir şehrin hemşehrisi, kendi şehrinin seçimleri ya da bütçesi ile ilgili tartışma sürecine katılıp oy kullanabilir, bir seçmen ülkesinin parlamento seçimlerinde oyunu kullanabilir, hükümete güvenoyu verebilir ya da bütçeyi onaylayabilir. Bunun anlamı, bir yerde yepyeni bir biçimde direkt demokrasinin koşullarının yeniden oluştuğudur.

Kuşkusuz sorun sorunu açıyor. Örneğin gelecekte siyasi partilerin, parlamentoların ve diğer temsili kurumların rollerinin nasıl değişeceği gibi sorunlar daha şimdiden tartışılmaya başlandı bile. Demokrasi de aynı biçimde tartışma konusu oluyor. Acaba yeniden direkt demokrasi geri mi gelcek, ya da ikisi dışında yepyeni bir demokrasi biçimi mi doğacak. Geleceğin demokrasisine adlar konmaya başladı bile; ªvirtüel demokrasiª ya da ªdijital demokrasiª diye…

 

Kötü güçler

Kalın hatlarla belirtilmesi gereken bir kaç sorun daha var. Global elektronik iletişim ve bilgi ağı en küçük ve zayıf gruplara ya da bireylere bile muazzam olanaklar sağladığına göre, toplumdaki kötü güçlerin ve insanların da hizmetine girecek. ªBunlar sözkonusu olanaklardan yararlanarak topluma büyük zararlar verebileceklerª diye haklı olarak kaygılananlar var. Seks tacirleri, pedofiller, ırkçılar, mafia örgütleri, teröristler kendi kirli emelleri için bu bilgi ağından yararlanabilirler. Bu tür güçler, daha şimdiden faaliyetlerine başlamışlardır. Ama buna karşı toplumun meşru ve sağduyulu güçleri, yasal kurum ve temsilcileri de büyük bir mücadele veriyorlar. Unutmamak gerekir ki zararlı güçler toplumun bizzat maddi yaşamı içinde zaten var ve toplum, örgütlü olarak bunlara karşı mücadele ediyor. Kötü güçler var diye bu olağanüstü olanaktan vazgeçilemez.

Başka bir sorun da bilgi ve iletişim tekniğinin gelişmiş ülkelerde herkesin elinde bulunmaması, toplumun bazı kesimlerinin bu teknik olanaktan yoksun olmalarıdır. Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler de sözkonusu ağın tüm alt yapısını döşeyecek güçten yoksundurlar. Eğitilmişlik düzeyi bakımından da herkes bu teknikten yeteri kadar yaralanabilme bilgi ve becerisine sahip değil.

Başka bir kaygı daha var. Ileri teknoloji ve tüm bilgi ağı onu üreten şirketlerin tekeline geçebilir. Böyle olursa, bilim adamları, araştırmacı ve programcılar da bu tekellerin tahakkümü altina girebilir, bunlar bilgi ağını, dolayısıyla bilgiyi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilirler. Bu, ister istemez dünyayı kimi dar elit grupların yönetmelerine yolaçabilir.

Böyle bir varsayımdan hareketle de bilimsel teknolojik gelişmeden, toplumsal ilerlemeden vazgeçilemez. Kaldı ki istesek bile çığ gibi büyüyen bu olgunun önüne geçemeyiz. Dünyanın ileriye doğru değişimi durdurulamaz. Bir gün önce bu gerçeğin bilincine vararak mücadelemizi yeni olgunun beraberinde getirdiği adaletsizliklere yöneltmeliyiz. Toplumun geniş katmanlarının ve dünyanın her yerindeki insanların bu olanaklardan adaletli bir biçimde yararlanma koşullarını yaratacak mücadeleleri gündeme getirmeliyiz.

Öte yandan, yeni sistem öyle bir sistem ki üretenlerin onu kendi tekellerinde tutmalarına olanak yok, hatta yararları bu sistemin toplumda yaygınlaşmasındadır. Şirketlerin çıkarları sisteme herkesin ve her ülkenin sahib olması, herkesin onu kullanabilmesine olanak oluşmasıdır. Kaldı ki globalleşmiş dünyada kendileri de dünyanın her taraftındadırlar. Sistemin alt yapısının gelişmiş ülkelerle sınırlı kalmasını benimsemezler, ağın geri kalmış ülkelerde de yaygınlaşmasını isterler. Geri kalmış demokratik olmayan ülke yöneticileri bundan korkmakla birlikte, genellikle ülkelerin sorumluları, yöneticileri ve güç sahipleri ağın yayılmasıdan yana tutum alıyorlar.

Kuşkusuz bu ağı karşılıksız olarak yeryüzünde döşemiyorlar. Maliyetinin onu üretip inşa edenlere ve kullananlara ucuz gelmesi için ellerinden geldiğince uğraşıyorlar. Pek çok yerde, devlet altyapıyı ve pek çok gideri üstleniyor. Yani giderler vatandaşların vergilerinden karşılanıyor. Bu durum vergi ödeyen, oy kullanan ve müşteri olan vatandaşların da iletişim ağının şöyle ya da böyle olmasında söz sahibi ollabileceklerini ve güçlerini bilinçli bir biçimde kullanmaları gerektiğini gösterir. Vatandaşların gücü, tekelleşmeye karşı en sağlıklı engellerin başında gelir.

Yeryüzünde hak, hukuk, adalet ve eşitlik gibi sorunlar için mücadelenin hep varolduğunu, bundan sonra da varolacağını ve kendisini yeni toplumun gereklerine uyarlayacağını görmekteyiz.

Aydınlatılması gereken başka önemli bir konu daha var. Geçen bölümlerde, vatandaşların etraflarında, şehirlerinde ya da ülkelerinde yaşanan problemlere ilişkin olarak doğrudan doğruya görüş bildirme, oy kullanma ve karar verme olanaklarının doğduğunu belirtik. Ancak varolagelen kimi toplumsal ilişkiler, bu süreçlerin yeterli, sağlıklı ve herkes için işlemesini engelliyor.

Bu, bir bakıma, ekonomik durumları ve yaşam koşulları nedeniyle, geçmişte kadınların ve mülkiyet sahibi olmayan erkeklerin oy hakkından yoksun olmalarına benziyor. Kadın ya da erkek, mülkiyet sahibi ya da emekçi olmasına bakılmaksızın her vatandaşın seçme ve seçilme hakkına sahibolması için uzun vadeli mücadeleler verildi. Bugün de bilgi toplumu koşullarında her vatandaşın doğrudan doğruya oy kullanmasına olanak doğduğuna göre, kimse ªhayır bunlar sade vatandaştır, ülkenin ya da şehirlerinin sorunları konusunda bilgisizdir, doğrudan doğruya oylarını kullanmalarına gerek yok ya da sakıncalı olurª diyemez, dememelidir. Geçmişte başka bir yolu olmadığı için, biz, politikacıları seçerek parlamentoya gönderiyorduk, onlar zorunlu bir görevin sonucu olarak bizi temsilen gidip oy kullanıyorlardı. Ancak şimdi zorunlu olmadıgı halde, hak ve yetkilerimizi kullanmaktan vazgeçip kendilerine devrettiğimizde, geçmişin mülkiyet sahibi erkekleri gibi ayrıcalıklı duruma gelirler.

Yeni gerçek, önümüze iki somut hedef ve bunların üzerinde temellenen demokratik bir talep koyuyor.Talep, her kese doğrudan tartışma ve oy hakkı veren yeni bir demokratik siyasal sistemin oluşmasıdır. Birinci hedef, böyle bir sistemde her ergin vatandaşın haklarını tam olarak kullanmasını olanaklaştıran iletişim ağına ve ağı kullanma bilgisine sahibolması, ikinci hedef de her vatandaşın ülke sorunları konusunda yeterli zaman ve imkana kavuşmasıdır. Günde sekiz saat çalışan biri elbette gerekli bilgileri elde etme zamanından yoksundur. Sekiz saat yerine çalışma süresi günde altı saate indirilirse vatandaşlar bu yönde daha fazla zamana sahibolabilirler.

Bu olgu şunu gösteriyor: Çalışma süresinin kısaltılması ve altı saat çalışma talebi, sadece yeni iş alanları yaratmak için değil, her vatandaşa kendi vazgeçilemez devredilemez demokratik vatandaşlık haklarını kullanma olanağı vermek için de gereklidir.

 

Düşünce tarzımızı değiştirmeliyiz

Gelelim yeryüzündeki oluşum ve değişimlerin Kürt sorunu üzerindeki etkisine. Kanımca, bunca değişime rağmen sorunlarımıza baktığımızda düşünce tarzımız, bakış açımız ve çözüm önerilerimiz sanki bu dönüşümler yeryüzünde yaşanmamış gibi biçimleniyor. Halen olaylara geleneksel düşünce tarzımızla yaklaşıyoruz. Geçmişin geleneksel yöntem ve önerilerinden kurtulamadığımızı gösteriyoruz. Örneğin Kürt dilinin birliği gündeme geldiğinde, çok rahatça geçmişin geleneksel çözümlerini örnek göstererek ªKürdistaníın bütün parçaları kurtulup birleşmeden, siyasal birlik gerçekleşmeden Kürt dilinin birliği gerçekleşemezª deriz.

Ya da daha basit bir örnek vereyim: Kürtler Avrupaída değişik ülkelere dağılmış. Dernek, örgüt, enstitü ve vakıfları da değişik ülkelere yayılmış. Buradan hareketle ªdağınık bir durumdayız, olanaklarımız son derece sınırlıdır, değişik ülkelerden bir araya gelip toplanamıyor, sorunlarımızı tartışıp çözümleyemiyoruzª deriz.

Bilgi toplumu artık çok farklı düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Kürdistan daha fiziksel yapıda birliğe kavuşmadan da bilgi ve iletişim teknolojisinin yer va zaman kavramını büsbütün değiştirdiği koşullarda Kürt dilinin birliği süreci başlatılabilir. Birlik sürecinin ve ulusal birlik konseptinin de geçmişin geleneksel yollarından olmayabileceğini, yeni toplumsal biçimlenmenin gereklerine göre oluşabileceğini görmemiz gerekiyor.

Yeni koşullarda, Avrupaída yaşayan Kürtler, bir ülkeden diğerine gidip onca masraf yapmadan da elektronik iletişim ağı sayesinde internet ve intranet sistemlerini kullanarak günlük sürekli iletişim içinde olabilir, tartışma grupları, bilgi merkezleri ve karar alma sürecleri oluşturabilirler. Avrupa, Amerika, Avustralya ve Kürdistanídaki Kürtler her bakımdan bilgi alışverişinde bulunabilirler. Med TV ve uluslararası yayın yapan radyolar sözkonusu elektronik ağ sistemiyle Kürtler için yapyani bir dünya yaratıyorlar. Sömürgeci devlet baskısı, sansür ve hudut dinlemeyen böylesi bir çok yönlü iletişim ağının varlığından sonra Kürdistaníın eski Kürdistan olamayacağını, Kürt sorununa eski yaklaşımların yetersiz kalacağını görmek gerekiyor.

Düşünün bu bir başlangıçtır; bütün sistemleri bilinçli ve yeterli kullanmadığımız halde, Kürdistaníın dört bir yanındaki insanlar evlerinde birbirleri hakkında haberler alıyor, birbirlerinin dert ve acılarını duyuyor, sevinçlerini paylaşıyorlar. Televizyonlarda, Kürt dili, tarihi ve mücadelesi, Kürdistnaíın dört parçasından şehir, kasaba ve köyler ile ilgili çok yönlü bilgiler veriliyor. Mahabadílı Diyarbakırílıyı, Kamışlıílı Süleymaniyeíliyi dinliyor, görüyor. Kürmanc Sorancayı, Soran Dimiliceyi duyuyor v.s. Satelit sayesinde uluslararası düzeyde yayın yapan radyo ve televizyonlar artık hudut, gümrük ve ordu dinlemiyorlar. En gaddar iktidarlar bile çaresiz kalıyor.Aynı sistem geliştirilerek internet ağıyla ve yakın gelecekte büsbütün dijital iletişim ağıyla donandığında; televizyon, telefon ve bilgisayarı birleştiren tek bir sistem yer yüzünü örttüğünde Kürt ulusunu birleştirebilecek bir iletişim ağının nasıl mümkün hale geldiğini görüyoruz.

En kötü koşullarda bile neler yapabilceğimize iilişkin bir kaç örneğe dikkat çekmek istiyorum. Biliyoruz ki Türkiye, Kürtlerin bırakalım ulusal siyasal haklarını, kültürel haklarını bile tanımıyor. Uzun bir süre de devlet Kürt dili ve kültürünün gelişmesi için herhangi bir çaba harcamayacak. Böye olunca, günümüze kadar düşündüğümüz geleneksel yöntem ve olanaklarla Kürt dili ve kültürünü yaşatmamız, insanların buna sahip çıkmasını, kullanmasını, geliştirmesini sağlamamız neredeyse olanaksız.

Diğer yandan Türkiyeínin kimi dönüşümlere zorlandığını, devletin küçülmesini, serbest pazar ekonomisi ve özelleştirmeler temelinde kimi reformların yapılmasını, merkezi hükümetteki kimi yetkilerin yörelere, belediyelere, daha alt devlet örgütlerine ve özel girişimcilere verilmesini isteyen hareketler var. Bu, yakın dönemde develet Kürt dili ve kültürünü geliştirme yönünde herhangi bir girişimde bulunmasa bile özel girişimlerle, sivil örgüterin, vakıf ve enstitülerin katkılarıyla Kürtçe okulların, dershane, kültür ve bilim merkezlerinin kurulabileceğini gösteriyor.

 

Virtüel merkezlerle birbirine bağlanan bir ulus

Diyelim ki Diyarbakırída bir kaç öğretmenin girişimiyle özel bir Kürtçe dershane kuruldu. Dershane bir bilgisayarla kendini internet ağına bağlarsa ve Kürtlerin yurtdışında kültürel bir virtüel merkezleri varsa, bu dersane o merkezden dil, kültür, tarih, edebiyat, resim, fotğraf v. b. her konuda bilgi ve materyal sağlayıp kendi öğrencilerine sunabilir. Böylesi bir ilişkiyle, sadece bir kaç öğretmenle bile Diyarbakırída yılda yüzlerce Kürt genci kendi dilini, edebiyatını ve tarihini öğrenebilir.

Ya da Irak Kurdistanıínda Selahaddin ve Süleymaniye üniversiteleri aynı bilgi ve iletişim ağıyla yurt dışındaki virtüel Kürt merkeziyle ve dünyanın diğer yerlerindeki üniversitelerle ilişkiye geçebilir, istedikleri her türlü sosyal ve fen alanındaki bilgi ve materyalleri öğrencilerine sunabilirler. Onlar da böylesi bir virtüel merkez kurarak dünyaya Kürtlerle ilgili pek çok bilgiyi sunabilirler. Her dört parçadaki ve dünyanın dört bir yanındaki Kürtler bu bilgiden yararlanabilirler.

Batı dünyasının tüm eğitim kurumları, okullar, üniversiteler bilim ve araştırma merkezleri, kütüphaneler eğitim program ve derslerini, bilgi ve belgelerini virtüel merkezlere yerleştirmişler, uzaktan eğitim denen bir eğitim sistemiyle, dünyanın her yerinden öğrenci kaydedip eğitiyor, mezun ediyorlar. Oxford Ğniversitesinde okumak için artık gidip Ingiltereíde okula devam etmeye gerek yok, Türkiyeíden, hatta dağ başından internet aracılığıyla bu okulu takip ederek ilişki kurmak, soru sormak, cevap vermek, tartışmalara katılmak, imtihanlara girmek v. s. mümkün. Batılı ülkeler kurdukları virtüel okul sistemleriyle, yurt dışında değişik ülkelerde yaşayan vatandaşlarına, diplomatların çocuklarına bulundukları yerlerde okuma olanağı sağamışlardır. Çocuklar hem aileleriyle birlikte yaşayabiliyor, hem de ülkelerinin eğitimini izleyebiliyorlar.

Dünya bununla da yetinmiyor. Önümüzdeki yakın dönemde telefon, bilgisayar ve televizyonun birleşmesiyle sistem, artık yaşamın her alanına girecek, insanlar her türlü alışverişlerini, devlet daireleriyle her türlü sorunlarını bu ağla çözecekler, birbirleriyle ses ve görüntünün de olduğu bir iletişim sağlayacaklar, parti ya da derneklerinin üye ve yöneticileriyle görüşüp onlarla sohbet edebilecek ya da tartışabilecekler. Aslında bu tür ilişkiler pek çok batı ülkelerinde başlamış bile.

Eğer gelişmelerin bilincinde olarak yakın ve uzak geleceği görebilen bir duyarlılıkla hareket ederek gelişmelerin arkasında kalmayan bir hazırlıkla davranabilirsek Kürtler de çok şey yapabilirler. Diyelim ki virtüel bir ulusal kongre merkezi kurulabilir. Içerde ve dışardaki bütün Kürt ileri gelenleri, aydın ve siyasileri onunla bağlantı içinde olup karşılıklı bilgi alışverişinde bulunabilir, karar alabilirler. Bütün kültürel ürünlerimiz dijitalleştirilebilir, dünyanın her tarafındaki Kürtlere ve Kürt kültürüne ilgi duyanlara sunulabilir. Yurt dışındaki bütün Kürt örgüt ve partileri birbiriyle, şube, örgüt ve üyeleriyle bağlanabilirler. Avrupa çapında, uluslararası çapta değişik Kürt platformları oluşturulabilir.

Konuyu örneklerle uzatmaya gerek yok. Şunu demek istiyorum. Toplumsal yaşam öyle bir sürece girmiş ki bilgi toplumunun sağladığı olanaklar, ezilen, başkasına nazaran dah güçsüz, olanaksız va dayanaksız olan Kürt ulusu bile yararlanabilir, durumunu ciddi bir biçimde değiştirebilir, mücadelesini güçlendiren, ileri götüren bir düzeye çıkarabilir. Bu sayede, fiziksel parçalanmışlığa rağmen dünyanın her tarafındaki Kürtler arasında(boyunduruk altındaki her dört parça da dahil olmak üzere) bağlar kurulabilir, aralarında karşılıklı bilgi kültür ve bilgi alışverişi yürütülebilir, ortak ulusal bir bilincin oluşmasının maddi temelleri döşenebilir, Kürt lehçeleri hem canlanır hem de birbirine yaklaşır, her taraftaki Kürtler daha rahat bir şekilde birbirlerini anlayabilirler. Kürtler arasında hem Kürtçe hem de diğer bilgi ve bilim dallarında eğitim olanakları artar, ulusun bireyleri daha yüksek düzeyli insanlar haline gelirler. Bu da ulusun daha da güçlenmesine katkıda bulunur.

 

Ulusal sorumluluk

Şunu belirteyim ki özellikle son bir yılda sayılı kimi Kürt parti ve örgütü internet ağından yararlanmayı deniyor. Bu, onlarla ulusun bireyleri arasında çok kolay bir letişim olanağı sağlıyor. Özgür Politika, her günkü elektronik yayınıyla okuyucuya büyük bir hizmet veriyor. Güney Kürdistaníın bir iki parti ve dergisi elektronik ağda yer alıyor, bazı kurumlar basit düzeyde de olsa kimi hizmetler veriyorlar. Med-Tvínin yayını, elektronik ağda olmazssa bile bu anlamda en ileri gelişme sayılabilir. Ancak en ileri düzeyde bu soruna el atanlar başta olmak üzere Kürt siyasi partilerinin ve diğer sivil kuruluşlarının Kürt aydınlarının ne yeni dönemin farkında oldukları ne de bu teknolojinin yarattığı muazzam potansiyel karşısında çağdaş bir performans gösterdikleri söyenebilir. Ondan yararlanmaya kalkanlar, çok dar görüşlü, ilkel ve amatör bir yaklaşım ya da bireysel hobi düzeyinde bir ilgi gösteriyorlar. Hiç kimse konunun Kürt ulusunun kaderiyle ilgili olduğunu göremiyor.

Ama artık gaflet içindeki gidişata dur demek gerekiyor. Ulusal sorumluluklarımızın bize yüklediği çağdaş görevlerimizin farkına varmalıyız. Sormak gerekir; dağa çıkıp savaşan, bu savaşta öldüren ya da ölen bir Kürt, niçin bunu yapıyor? Kürt ulusunun kurtulması, hak ve özgürlüklerine kavuşması, her Kürtíün kendi ulusal ve kültürel değerleriyle serbestçe ve mutlu bir biçimde yaşaması için değil mi? Peki bunca peşmerge ya da gerillayı dağa kaldırıp onların onbinlercesinin ölümünü ve milyonlarca Kürt insanının acılar çekmesini göze alan Kürt partileri, Kürtlerin de gücü dahiline girmiş teknolojileri nededen mücadelnin emrine vermiyorlar? Bugün kimi Kürt partileri var ki uluslararası düzeyde bütün ulusa seslenebilecek bir ya da bir kaç televizyon kanalı kurabilir, yukarıda sözkonusu ettiğimiz dijital merkezler oluşturabilirler. Ama bunu yapmayı akıllarının ucundan bile geçirmiyorlar. Kürt ulusunu ilerletecek, birliğini pekiştirecek, bilinçlendirip güçlendirecek bu ağı oluşturmak onların ulusal görevi haline geldiği halde bunu oluşturmuyorlarsa, ulusal görevlerini gözardı ettikleri anlamına gelmez mi?

Sözkonusu ettiğimiz görevlerin yerine getirilmasi, bir kaç yıl öncesine kadar onlar için ulusal bir görev olarak kendini dayatmıyordu. Çünkü güclerini aşan bir durumdu. Bir kaç yıl öncesine kadar televizyon kanallarını sadece devletler kurabiliyordu, özel şahıslar radyo ve televizyon istasyonları na sahip olamıyorlardı. Kürtler isteseler de, maddi olanakları olsa da, devlet olmadıkları için, televizyon yayını yapamazlardı. Kimse de ulusal bir görev olarak bunu onlardan beklemiyordu. Onlar peşmerge olabiliyorlardı, ulus onlardan bunu bekliyor, onlar da bunu yapıyorlardı. Ama bugünün yeni dünya düzeninde yasal olarak özel kişilerin, devlet olmayan kurumların da televizyon istasyonları kurma, okullar açma, dijital merkezler oluşturma yasal olnakları ve Kürlerin de bunu yapabilmeye gücleri var. Bütün bunlar varken yapmamak ulusal görevden kaçmak değilse nedir?

 

Avrupa’da bir vatanadaş insiyatifi

Sorumluluk sadece Kürt örgütlerinin omuzlarında değil. Aydının, sanatçının, her meslekten Kürt insanının önüne yeni sorumluluklar gelmiş. Artık sorumluluklarının bilincinde ve çağdaş dünyanın gereklerinin farkında olan bireyler olarak davranmalıyız. Özellikle Avrupaída yaşayan Kürtler açısından yepyeni fırsatlar ortaya çıkmıştır. Yarım milyonu aşkın Kürt olarak Avrupa Birliği ülkelerinde yaşıyoruz. Bu birliğe bağlı ülkelerin ya vatandaşları, ya da oturma ve çalışma müsaadesi almış nüfusuyuz. Vergi veriyor, askerlik yapıyor, çalışıp iş yaşamına işçi işveren olarak, kültür yaşamına kültür ve sanat birikimimizle katkıda bulunuyor, yerel ve genel seçimlerde, hatta Avrupa parlamentosu seçimlerinde oy kullanıyoruz, seçme ve seçilme haklarımız var. Buralarda artık bir yaşam kurmuşuz, misafir ya da gidici değiliz. Kaldı ki dünya öylesine küçülmüş ki artık hem buralarda sürekli yerleşik bir yaşam sürdürüp hem de ülkemizle kuvvetli bağlara sahip olma olanaklarımız var. Artık kendimize Avrupaída yarım milyonu aşan bir nüfusa sahip ulusal bir azınlık olarak bakmalı, Avrupa Birliği otorite ve kurumlarını da bizleri böyle görebilmeleri için neler yapabileceğimizi açıklığa kavuşturmalıyız. Avrupa Birliğiínin diğer vatandaşlarıyla yaşamı tüm yönleriyle paylaşma, onların sahibolduğu hak ve olanaklardan yararlanma taleplerimizi gündeme getirmeliyiz.

Ülkemizde boyunduruk altında tutuluyoruz, her türlü hak ve özgürlükten yoksunuz, taleplerimize zorbalıkla cevap veriliyor. Bütün bunları olağan ve meşru görmüyoruz. Bunu, o ülke yöneticilerinin barbarlıklarına, insan dışılıklarına v.s. bağlıyoruz. Peki yarım milyon nüfus demokratik Avrupa topluluğunun içindeyiz, artık bu topluluğun ayrılmaz bir parçası olmuşuz, ayrı bir dil ve kültürümüz, kimi farklı özelliklerimiz var. Bunlara karşılık düşen taleplerimize Avrupa Birliği düzeyinde cevap verilmesi gerekmez mi? Kendi dilimizde okul, eğitim, radyo ve televizyon hakkımız yok mu? Tek tek her Avrupa Birliği ülkesinden bu taleplerde bulunmak belki zor olabilir, tek tek ülkeler belki bunu gerçekleştiremeyebilirler, hatta tek tek ülkelerdeki Kürtler olarak bu talepleri gerçekleştirebilecek gücümüz olmayabilir. Ama elektronik iletişim ağının bize sunduğu olanaklarla Avrupa çapında bir Kürt vatandaş insiyatifi oluşturursak ve azınlık bir grup olarak kabul edilip hiç olmazsa ilk aşamada Avrupa çapında Kürtçe televizyon ve radyo yayın hakkını, ilkokuldan yüksek okul düzeyine, bilim ve araştırma kurumlarına dek bir oluşumu içeren dijital bir eğitim ve kültür merkezi kurmayı Avrupa Birliğiínden, Avrupa Parlamentosuíndan isteyebiliriz.

Böyle bir insiyatife nereden başlanabilir? Avrupa Birliğiínin yasal statüsü bu konuda bize ne kadar hak veriyor? Eğer yasal boşluklar varsa mücadelemizle ne ölçüde yasal boşlukları doldurabiliriz? Geniş bir insiyatif nasıl oluşturabilir? Taleplerimize nasıl taraftar ve destekçi sağlanabilir. Bu konuda ülkeler düzeyinde neler yapılabilir v.s. Bunların tümü görüşülüp açıklığa kavuşturulması gereken konular. Buradan Kürt aydınlarına, politikacılarına, örgüt ve kurumlarına bir başlangıç yapma konusunda çağrıda bulunuyorum.

Bu arada YNK ve KDP’yi uluslararası yayın olanaklarına sahip radyo ve televizyon kanalları kurmaları için zorlamalıyız, onlardan taleplerde bulunmalıyız. Aynı kanalların interaktif dijital sistemlerle donanması için ısrarcı olmalıyız.

Med TV önemli görevler yerine getiriyor. Ancak interaktif dijital bir sistemle donatılmış olmadığı için bilgileri tek yönlü oluyor, izleyicileriyle karşılıklı bir iletişim ağina sahip değil. Pek çok konuda programsızlık, amatörlük ve darlık onu daha etkin ve yararlı olmaktan alıkoyuyor.

Bu ve benzeri eksikliklerin giderilmesi için çaba göstermeli, diğer örğüt ve kurumlardan da yapabilecekleri konularda istemlerde bulunmalıyız.

 

Uzun vadeli perspektifler

Oluşmakta olan yeni dünya düzeni, önümüzde öylesina ufuklar açmış ki, bağımsızlık talebinde bulunmadan, Kürdistaníın her parçasının kurtarılıp birleştirilmesine ilişkin geleneksel talepleri ileri sürmeden de her parçadaki Kürt toplumu hak ve özgürlüklerine kavuşabilir, bütün parçalardaki Kürtlerin birliği sağlanabilir.

Geçmişte, hatta pek yakın bir geçmişte bu olanaklı değildi. Bilgi toplumunu doğuran koşullar, onun ekonomik, toplumsal ve siyasal ilişkileri, uluslararası düzeni artık bu olanağı veriyor. Başta da belirttim, globalleşmiş uluslararası ilişkiler, dünyanın küçülmesi ve bunun gatirdiği oluşumlar ulusal devletlerin iç yapılarında da değişikliğe zorluyor. Devletler küçülüyor, pek çok görevlerinden çekilerek onları sivil girişimcilere devrediyorlar. Bürokratik merkezi devlet yapısı çözülüyor, yerine, yörelerin, alt kurumların ve devlet dışı oluşumların güçlendikleri desenralizasyon yaygınlaşıyor. Tek ulusluluk, tek kültürlülük ve tekdüzelik yerine, çok kültürlülük, çok grupluluk ve bütün farklılıkların olduğu gibi kabul edildiği, yaşamalarına olanak tanındığı, gelişip güçlenmeleri için olanaklar sunulduğu bir çok oluşumluluk konseptine gidiyoruz. Demokrasi anlayışı bunlar üzerinde yeniden biçimleniyor. Ekonomide, toplumsal, siyasal ve kültürel yaşamda yasaklar, engeller, tahammülsüzlükler devri kapanıyor, serbest bir yaşama doğru adımlar atılıyor. v.s.

Bu koşullarda, Kürt olarak Kürdistaníın her dört parçasında, devlet mülkiyetine son verilmesi, devletin küçülmesi, desentralize bir devlet yapısına, özel girişimciliğe, serbest piyasa ekonomisine yer verildiği, her etnik grubun, her yörenin hak ve sorumluluklar elde ettiği, bireylerin devlet karşısında güçlendiği, devletin vatandaşa boyun eğerek hizmet etme düzeyine çekildiği bir düzen talebiyle beraber, bu düzende, her parçadaki Kürt halkının ulusal ve demokratik hak ve özgürlüklerini tam olarak kullanabilidiği, gelişmesini önleyen yasal ve maddi engellerin kaldırıldığı ulusal bir statü talebinde bulunmalıyız.

Ikinci bir yön olarak da yine ulusal bir politikanın gereği olarak, Kürdistan topraklarını boyunduruk altında tutan devletlerin de içinde olduğu, Israil ve kimi diğer Arap ülkelerini içine alan Avrupa Birliği benzeri bir birliğe gidebilecek bir oluşumu uzun vadeli bir perspektif olarak benimsemeli, bizi bu perspektiflere götürecek kısa ve orta vadeli talepleri öne çıkararak savunmalıyız. Bu ülkeler arasında savaş ve kırgınlık ortamına yol açan sorunlara çözüm bulmak, güven ve işbirliğini arttırmak, ülkeler arasında gümrük birliği kurmak, sermaye, mal ve hizmetlerin serbestçe dolaşımını sağlayan anlaşmaları imzalamak, ortak kurumlar oluşturmak, kültür ve bilim alanında ortak çalışmalar sağlayan kurumlar kurmak, ortak siyasal, hukuksal ve idari merkezlere yönelmek istenebilir. Doğrusu Avrupa Birliğiínin izlediği yola benzer bir yol izleyerek onunkine benzer amaçlara varmayı hedefleyen bir bölgesel oluşumu gerçekleştirebilirsek Kürt halkı böylesi bir oluşum içinde hiçbir engelle karşılaşmadan bir parçadan diğerine gidip gelebilecek, insanlar istedikleri parçada yaşayıp çalışabilecekler. Kürdistan dört parça olmaktan kurtulacak Kürt halkının ulusal birliği gerçekleşecek.

 

Gerçekçi ama uzun vadeli

Ben, bu taleplerin yükseltilmesini oldukça gerçekçi bulmakla birlikte çok uzun bir dönemi alacaklarını ve karmaşık sancılı bir sürece tekabül edeceklerini kabul ediyorum. Ancak, Kürt halkının başka çıkış yolu yok dememekle beraber en sağlıklı çıkış yolunun da bu olduğunu düşünüyorum. Böylesi bir mücadele perspektifini düşünürken, kuşkusuz, hemen hemen tüm 21. yüzyılı göze alıyorum. Bunun da Kürt halkı gibi uluslararası dayanak ve destekten yoksun, dörtbir yanı düşmanla çevrili, bölünmüş bir halk açısından normal görüyorum. Almanlar, bir imparatorluğun mirasşısı, güçlü ve her türlü desteğe sahip bir ulus oldukları halde, ayakları üstünde doğrulup birliklerini gerçekleştirmeleri için yaklaşık yarım asır beklediler. Onları gözönüne alırsak Kürtler için yetmiş yıl ya da bir asır fazla sayılmaz.

Sonuç olarak diyebileceğim şu. Dünyamız bir geçiş dönemi yaşıyor. Yeni bir altüst oluşla karşıkarşıyayız. Oluşmakta olan bilgi toplumu, her alanı etkiliyor, her şeyi değiştiriyor. Biz Kürtlerin bu değişimin farkına vararak düşünce ve perspektiflerimizi ona göre yenileyip tazelememiz gerektiğine inanıyorum. Bir yol çatısındayız. Ya eski gelenekleşmiş perspektif, mücadele yöntem ve hedeflerinde ısrar eder, gelenksel ulusal kurtuluş mücadeelrinin son kalıntılarından biri olarak acılar içinde çırpınıp dururuz, ya da silkinerek yeni toplum düzeninin çağdaş gereksinim ve perspektifleriyle, mücadele yöntem ve biçimleriyle donanmış bir toplum olarak, bilgi çağı toplumunun ulusal kurtuluş hareketi olarak bizimle birlikte ya da ardımızdan gelen yüzlerce ulusal topluluğa öncülük edecek çağdaş bir toplum olarak dünya ve tarihteki yerimizi alırız.

Insanlık tarihi boyunca ilk kez uluslararası düzen ve toplum sistemiyle Kürt toplumunun çıkarlarının bu derecede çakıştığına inanıyorum. Bu anlamda da yeni çağa Kürt çağı deme cesaretini kendimde görüyorum. Ama şunu da akıldan çıkarmıyorum. Bir çağ bizim çıkarlarımızla ne denli çakışırsa çakışsın eğer gereklerinin bilincinde olmazsak, durup dururken bize hiç bir şey sunmaz. Bize tepsi üzerinde sunulabilecek hiç bir şey yok, ama kendimizin alabileceği muazzam olanaklar var.

 

(Bu yazı geçen milenyum kapanırken yazıldı)

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

%d bloggers like this: